20. YY. FELSEFESİ VE POSTMODERNİZM
https://onedio.com/haber/zamansiz-olumuyle-uzen-unlu-mimar-zaha-hadid-in-olaganustu-10-eseri-701090
https://www.youtube.com/watch?v=HEKTQGjKPhU 20 YY. BİLİM BELGESELİ
https://acikradyo.com.tr/acik-bilinc/20inci-yuzyilda-bilim-dunyasinda-devrim-yaratan-kuantum-mekaniginin-ilkeleri-deneyleri
Toplumun ayakları altında sağlam bir zemin yok. Bundan böyle hiçbir şey açık değil... Belli demokrasilerde görülen kaosun, sürekli akış ve istikrarsızlığın kaynağı bu. Burada birdenbire ortaya çıkan, düzensiz, duraksamalı ve insanı tüketen kasırgalara maruz bir varoluşla karşılaşıyoruz. Emile Durkheim
Sık sık karşılaştığımız ancak bir türlü ne olduğunu tam olarak belirleyemediğimiz postmodernizmin bu yazıda belirli söylemlerden yola çıkarak ve açık bir anlatımla anlatmaya çalışacağız. Amacımız postmodernizmi eleştirmek ya da olumsuzlaştırmak değil, onun ne olduğunu daha anlaşılır bir perspektiften anlatarak, internette ne olduğuyla ilgili karmaşanın bir ölçüde giderilmesi olacaktır. Bu yapılırken, postmodernizme getirilen eleştirilere ve postmodernizmin getirdiği eleştirilere yer verilecektir. Postmodernizmin çok geniş kapsamlı bir teori anlayışı olduğu için bu kısa yazıda onu tüm yönleriyle anlatmak mümkün olmayacaktır. Sadece temel söylemler ve küçük bir kısmı örnekler verilerek anlatılacaktır. Burada anlatılacak olan postmodernizm, sanat ve edebiyat ile ilgili olmayıp daha çok felsefi bir yönden ele alınacaktır.
1. Postmodern Tarihinin Karmaşası ve Bazı Eleştiriler
Postmodernizmin tarihini net bir şekilde ortaya koymak, postmodernizmin yapısı gereği şimdilik mümkün değildir. Mutlak gerçekliği reddeden postmodernizm, yapısı gereği tarihinin mutlak anlamda belirlenmesini de mümkün kılmamaktadır. Çünkü kesin sınırlar, mutlak gerçekler, evrensel anlatılara olan kuşkuları doğal olarak tarihini ve ne olduğunu da belirlemeyi muğlaklaştırmaktadır. Amerikalı teorisyen Ihab Hassan, postmodernizmin karmaşık yapısı ile ilgili şunları söylemektedir:
Günümüzde postmodernizm hakkında, otuz yıl önce [1971], bu konuda yazmaya başladığımdan daha az şey biliyorum. Postmodernizmin gerçekte ne anlama geldiğine dair hiçbir fikir birliği yoktur.
Agnes Heller ve Ference Feher, postmodernizmi şu şekilde eleştirmektedir;
Postmodernite, ne bir tarihsel dönem, ne de iyi tanımlanmış karekteristik özellikleri olan politik ya da kültürel bir eğilimdir. Tersine postmodernite; dış çizgilerini, moderniteyle ve moderniteye havale edilmiş sorunlarla problemi olanların, moderniteyi suçlamak isteyenlerin ve gerek modernitenin başarılarının gerekse çözümsüz açmazlarının bir dökümünü çıkaranların çizdiği, modernitenin daha geniş kapsamlı zaman ve mekânı içerisindeki bir özel kolektif zaman ve mekân olarak anlaşılabilir.
Klasik tanımlamalarda postmodernizmin modernizme karşı olarak ortaya çıktığı belirtilir. 20. yüzyıla damgasını vuran bu felsefi ekol bazı düşünürlere göre modernizmin devamıyken bazı düşünürlere göre ondan sonrasını kapsamaktadır. Postmodernizmin görünür olduğu zaman dilimi II. Dünya Savaşı sonrasına tekabül etmektedir. Postmodernizmin düşünce tarihi Friedrich Nietzsche ile başlatılır. Önemli postmodern düşünürlerin dayanakları Nietzsche ve Heidegger'dir. 20. yüzyılda kıta felsefesinin en önemli düşünürü olarak görülen Heidegger'in çalışmaları postmodernizmin temelini teşkil eder. Örneğin; yapı bozumu, Derrida, egzistansiyalizm ise Sartre ile daha çok anılsa da 20. yüzyılda bu iki felsefenin kurucu ismi Heidegger'dir.
Postmodernizm terimini en belirgin anlamda kullanan kişi İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’dir. A Study of History (Bir Tarih Çalışması) kitabında artık I. Dünya Savaşı'nın sona erdiğini ve bu dönemden sonra postmodern döneme girildiğini iddia etmiştir. Tabii 6 ciltlik Toynbee’nin bu çalışmasını tek bir ciltte toplayan D.C. Somerwell, postmodern terimini bu ciltte kullanmış ardından Toynbee bunu benimseyerek A Study of History eserinin VIII. Ve IX. cildinde kullanmıştır. Arnold Toynbee 1957 yılında yazdığı kitabında şunları belirtir:
Son yirmi yılın belirsiz bir noktasında Modern Çağ’dan pek farkına varmaksızın çıkıp yeni ama henüz adı konulmamış bir çağa doğru hamle yaptık.
1959'da Wright Mills, The Sociological Imagination (Sosyolojik Hayal Gücü) çalışmasında Toynbee gibi yeni bir çağa girildiğini iddia eder:
Tıpkı Antikçağ’dan sonra Batılıların bölgesel olarak Karanlık Çağlar dediği birkaç yüzyıl boyunca Doğu’nun yükselişe geçmesi gibi, şimdi de bir Postmodern Çağ, Modern Çağ’ın ardından gelmektedir.
Mills’e göre bu dönemin özelliği, modernizm ile belirginleşen rasyonel düşünce ile hakikate ula-şılabileceği düşüncesinden postmodernizm ile ortaya çıkan karmaşıklık ve gerçekliğin nihai olarak bilinemeyeceği görüşünün baskın olduğunu söylemiştir.
John Watkins Chapman 1870 yılında Fransa’da resim çiziminin modernist ve avangard (yenilikçi) olduğunu ve önceki sanat akımın-dan ayırmak için “postmodern resim”den bahseder. 1917 yılında Rudolf Pannowits, Die Krisis Der Europaischen Kultur (Avrupa Kültürünün Krizi) çalışmasında, Avrupa’nın içinde bulunduğu kültürün nihilist bir yöne ve bu yüzden değerlerin, anlamların amaçsızlığa doğru seyrini belirtmek için bu terimi kullanmıştır.
Michel Foucault, 1967 yılında verdiği bir röportajda modernizmin bitişiyle ilgili şunları söyler:
Postmodernizmin dayanaklarının olduğu başlıca isimler; Martin Heidegger, Friedrich Nietzsche, Soren Kierkegaard, Max Stirner, Jacques Lacan, Edmund Husserl, Ludwig Wittgenstein gibi filozof ve düşünürlerdir. Postmodernizme katkı sağlayan düşünürler ise; Michel Foucault, Jacques Derrida, Thomas S. Kuhn, Slavoj Zizek, Paul Feyerabend, Jean-François Lyotard, Gilles Deleuze, Jean Baudrillard vd. düşünürlerdir. Fakat bu düşünürler kendilerini postmodern olarak tanımlamaz. Buradaki düşünürlerin bir kısmı, örneğin; Ludwig Wittgenstein’ın kendisi postmodern değildir; ancak dil ile ilgili çalışmaları, postmodernistler tarafından kullanılmıştır. Bu örnek Michel Foucault için de verilebilir. Foucault, postmodern ve postyapılsacı gibi herhangi bir terimi veya "etiketi" kullanmaktan kaçınır. Fakat kendisi postyapısalcıdır. Foucault verdiği bir röportajda şöyle söyler:
Gerçekten, biz neye postmodern demekteyiz? Güncel olayları pek takip edemiyorum da... Postmodern ya da postyapısalcı dediğimiz insanların ne türden bir ortak sorunu olduğunu anlamıyorum.
Postmodernizme birçok düşünür tarafından sert eleştiriler de getirilmiştir. Dilbilimci ve filozof Noam Chomsky, postmodernizmin getirdiklerinin anlamsız olduğunu savunur. Postmodernizm, analitik veya ampirik (deneysel) bilgiye hiçbir şey katmadığı gibi onu yıkmaya çalıştığını savunmuştur.
2. Modernizme Başkaldırı: Post-modernizmin Genel Söylemleri
Sıklıkla duyduğumuz modern kelimesinin ilk kullanım amacı, Hristiyanlık öncesi ve sonrası dönemi belirtmek için kullanılmıştır. Daha sonra Aydınlanma sonrası dönemi belirtmek için kullanılmaya başlar.
Postmodernizmi belli bir ölçüde anlayabilmek için modernizmin anlaşılması gereklidir. Postmodernizm ister modernizmin devamı olsun isterse onun karşıtı her halükârda modernizmin getirdiklerini yapı bozumuna (İng: "deconstruction") uğratır; diğer bir deyişle sorunsallaştırır.
Aydınlanma sonucunda ortaya çıkmış olan modernizmin en önemli dayanağı akılcılık (İng: "rationalism") olmuştur. Bilim, teoloji, felsefe, sanat, vd. alanlar ayrılarak uzmanlaşmalar ortaya çıkmıştır. Modernizmde tek bir gerçeklik vardır ve o gerçekliğe ulaşılabilmek için tek aday bilimdir. İster doğa bilimleri isterse sosyal bilimler olsun evrensel olarak dünya kurulabilir. Bu söyleme göre akıl sayesinde her sorunun cevabı verilir ve zaman ilerledikçe gerçeğe daha da ulaşılır. Hukuk, ahlak ve etik evrensel olarak kurulabilir. Dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın evrensel ve tek tip bir ahlaka ulaşılacağına olan iyimserlik vardır.
Bu durumun sonucuna göre insanların değişmez olan özleri vardır. Rasyonellik bu özün ortaya çıkarılmasında en önemli bir yöntemdir. Modernizm de evrensellik iddiası olduğu için doğrudan ya da dolaylı olarak ve iyimser yaklaşımlarıyla birlikte insanlığın akıl sayesinde eşitlikçi, özgürlükçü, ilerici olarak sürekli bir sıçrama şeklinde gideceğini belirtir. Bu sayede ortaya büyük anlatılar (İng: "meta narrative") çıkarak sosyal yapıyı dönüştürme görevini üstlenir. Örneğin; Karl Marks’ın “bugüne kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir” söylemi bir büyük anlatıdır. Burada söylenen “bütün toplumların” ifadesi evrensel, genelleyici ve her şeyi sınıf ilişkisine indirgeme, modernizm ve dolaylı olarak evrensellik iddiasında olan Marksizm, feminizm, hümanizm vd. anlatıları kapsamaktadır.
Modernizmin geçmiş dönemlerden ayrılmasının belli başlı kriterleri vardır. Hızlı değişim, ilerlemecilik, geçmişe olumsuz bakma, kendine özgü kurumsal ve büyük yapılar, ulus devletçilik, partiler, milliyetçilik, kültürel homojenlik, determinizm, metalaşma, modernizmin belirgin unsurlarıdır. Modernizmin insanın özünü rasyonalite sayesinde bulma söylemi çelişkili olduğundan eleştirilir. Modernizm ve ortaya çıkan mantıksal pozitivizmin metafiziği dışlamasına karşılık, metafizik bir söylem olan “özü bulma” iddiasına Friedrich Nietzsche, bunun metafizik olduğunu, mitostan öteye geçemeyeceğini söyleyerek modernizmin bu yönünü eleştirir. Modernizmde homojenlik ön plandadır. Farklılıklar ve çoğulculuk önemsizdir. Ulus devleti temsil eden modernizmde milliyetçilik ve belirgin sınırlar ön plandadır. Hiyerarşi yani düzenin belli bir merkezden kontrolü sağlanır. Büyük anlatılar, kurumlar ve partiler sosyal olanı dizginleyerek kontrol altına alır ve bu sayede belli merkezlerde hiyerarşi kurulmuş olur.
Modernizm skolastik düşünceye ve dine karşıt bir pozisyonda durmuştur. Ancak toplumların dini terk ettikten sonra onun bir olguyla doldurulması gerekir. Dinlerdeki hakikate ulaşma amacını modernizmde bilim almıştır. Bilim ile birlikte milli kimliğin vurgulanmasıyla ve milliyetçilik gibi dinin yerini alması gereken olgular güçlü bir şekilde etkisini göstermiştir. Birleşmiş kimlik anlayışı sayesinde insanları bir arada tutma hedeflenir. Modernizmde benlik/özne merkezdir. Parçalı değildir çünkü bu durum dağılmayı ve karmaşaya sebep olabilir. Buradaki öznenin merkez olması ve birleştirici unsuru yaşamın içerisindeki çoklu renklere diğer bir deyişle farklılıkların silikleşmesine neden olur. Düalizmle birlikte ortaya çıkan ikili yapılar, örneğin; kadın- erkek; iyi-kötü; güzel-çirkin; ahlaklı-ahlaksız; bilgili-bilgisiz; ilerici-gerici; saygılı-saygısız gibi ikili yapılar mekâna yansıtılarak bu ikili durumun dışında kalan olgular dışlanır. Erkek-kadın dışında kimlik ret edilir. Görünüş itibariyle erkek ve kadına benzetilemeyen bireyler her yerde dışlanırlar. Bu sebeple çoğulculuk, modernizm ve onun yansıması olan ulus devletler için tehlikelidir.
Modernizmde determinist yasalar yaygındır. Evren, canlılar ve insan deterministtik yasalar tarafından belirlenmiştir. Deterministtik yasalar, nedensellik ilişkisiyle birlikte yoğun olarak kullanılır. 19. yüzyılda birçok deterministtik kuramlar ortaya çıkmıştır. Sosyal darwinizm, çevresel de-terminizm, sosyolojizm, biyolojizm, tarihselcilik ve bunlara ilaveten fizikte ortaya çıkan determinist evren modeli, yaygın görüş olmuştur. Determinist evren modelini ortaya çıkaran büyük dahi Sir Isaac Newton, belki istemeden de olsa Hristiyanlığa büyük darbe vurmuştur. Çünkü Hristiyanlık anlayışında irade tanrının inisiyatifinde olduğu için evren makine gibi işleyen bir sistem olamaz. Ancak yaygın kanının aksine Newton, tam anlamıyla makine gibi çalışan bir evren modeli sunmamıştır. Modernizmin ortaya sunduğu bilimin dayanakları, günümüzdeki bilimi tam anlamıyla ortaya çıkaran ve kendi yaşadığı çağda yaygın olan sihircilik, büyücülük gibi yaygın görüşlerden bilimle sıyırmış Newton’un attığı temelin üzerine inşa edilmiştir. Determinizm sebebiyle postmodern düşünce determinist modelin karşısına sosyal olanla ilgili determinist olmayanı (İng: "voluntarism" getirir. Doğa bilimlerinde determinist yasaların ortaya çıkarılmasıyla, özellikle 19. yüzyılda sosyal yapı ile ilgili birçok determinist/belirlenimci kuramlar ortaya çıkmıştır.
2.1. Post-modernizm ve Bilim İlişkisi
Modernizm, sanayi devrimi ve makineler ile temsil edilir. Sanayi devrimiyle ortaya çıkan teknoloji sayesinde daha refah bir yaşam alanı ortaya çıkmıştır. Maddiyat daha ön planda olup maneviyat daha ikincil planda kalır. Teknoloji sayesinde kolaylaşan yaşam, sosyal yaşamda başlayan büyük dönüşüm insanı da değiştirmiştir. Bu sebeple, Friedrich Nietzsche ve Martin Heidegger bilime ve teknolojiye kuşkuyla bakar. Heidegger ise teknolojinin insanı robotlaştırdığını söyleyerek sanatı yüceltir. Büyük düşünür Friedrich Nietzsche’de aynı şekilde sanatı yücelterek onun iyi ve kötü gibi kavramları aşabileceğine inanır. Bilim ile ilgili şunları söyler:
Bilimin nihai gayelere uygun izanı yoktur.
Nietzsche yine şu sözlerinde din, bilim ve felsefe ile ilgili şunları ifade eder:
Metafizikçiler olsun, dinsel inancı olanlar olsun, bilim insanları olsun, bunların hepsi de, töz, Tanrı, yer çekimi ve buna benzer konulardaki iddialarını şeylerin objektif durumlarının ifadesi olarak aldıklarında, dilin tabiatını yanlış anlama suçu işlerler.... Mantığın ve matematiğin önermeleri bile “doğrular” değil, hayatla başa çıkma konusunda son derece yararlı araçlardır. Ayrıca, metafiziğin, dinin ve bilimin arkasında “gizli bir ajanda”—güç hedefi—vardır. Bilim insanları da hepimiz gibi zorunlu olarak bir “güç istenci (will to power)” ile motive oldukları için (ki bu, dünya üzerinde, diğer insanlar üzerinde ve kendileri üzerinde bir güç isteğidir), kendilerini nötral, objektif yargılar verebilen bağlantısız, rasyonel izleyiciler (spectators) olarak görmeleri samimiyetsizlik olur
Nietzsche’ye göre bilim "nasıl" sorusuna cevap verebilmektedir ancak "neden"i açıklayamamak-tadır. Bilimin sınırı olduğunu söyleyen Nietzsche, dinin yerine bilimin getirilmeye çalışıldığını ancak bilimin neden sorusuna cevap veremediği için bu konuda eksik kaldığını söyler.
Kıta felsefecileri ve bazı postmodernistlerin pozitif bilime sert muhalefetleri vardır. Ancak muhalefet edilirken bilim değil, bilimcilik (İng: "scienticism") üzerinden eleştiri getirirler. Bilimcilik, bilimden farklıdır. Bilimin gerçeğe ulaşabilecek tek görüş olduğunu ve bilimin de paradigması olan pozitivizm sayesinde kanıtlanamayan her şeyi reddedip sadece gözlem ve deneye ait olanları kabul etme anlayışıdır. 19. yüzyılda yaygınlaşmaya başlayan felsefi bir akımdır. Postmodernistlerin kullandığı bilimcilik sözü aşağılama anlamında kullanılır. Martin Heidegger'in şu sözleri bir anlamda bilimciliği de hedef almaktadır:
Örneğin, komünist olan insanlarında bir dini vardır, bir diğer ifadeyle onlar bilime inanmaktadırlar. Onlar koşulsuz ve şartsız bir şekilde modern bilime güvenirler. Ve bu koşulsuz inanç, yani bilimsel sonuçların kesinliğine duyulan güvende bir inançtır; ve diğer inançlar gibi belirli anlamda, tekil insanı aşan ve onun ötesinde olan bir şeydir. O halde bilime duyulan inançta bir dindir. Bu anlamda diyebilirim ki hiç kimse dinsiz değildir ve herkes belirli bakımlardan kendisinin ötesindedir... yani delidir.
Peki postmodernistler bilim düşmanı mıdır? Bu soruya net bir cevap vermek mümkün değildir. Çünkü "tüm postmodernistler bilim karşıtıdır" söylemi genelleme hatasına düşmek için bir neden olacaktır. Postmodernizm eleştirilirken bu hatalar sık sık yapılmaktadır. Bu durumun sebeplerinden bir tanesi ise postmodernistlerin dilinin ağır olması ve anlatımlarının kapalı olmasıdır. Post-modern anlayış bir ideoloji değildir. Böyle bir iddiası olmadığı gibi, ideoloji karşıtıdır. Postmodern anlayışı modernizm üzerinden temellendirdiğimiz de, modernizmde olduğu gibi postmodernizmde bilime olan karşıtlık sorunlu olacaktır. Ayrıca
Postmodern düşünce yapısı bilime değil, modernizmin bilime verdiği rolün aşırılığını eleştirdiğini söyler. Buradan hareketle bilimin de bir ideoloji olduğunu ve politikayla iç içe olduğunu savunur. Ayrıca bilimin toplumlarda güçlü bir etkisi olduğu için güç merkezlerinin bilimi kullanarak, bilimsel söylemlerle olgularını kabul ettirmesini eleştirirler. Çünkü bilim insanlarına getirilen “mutlak objektif” söylemi bilimi diğer tüm insanın bilgiye ulaşmadaki aracılarından ayırıp bilimi içinden sıyırdığını ve gücü elinde tutanlar için harika bir söylem olduğunu düşünürler. Postmodernizmin, pozitivist bilim anlayışına olan kuşkusu, “bilim düşmanı” gibi kolayca hedef gösterilmiştir. Ancak bu söylemleri bir nebze de olsa anlayabilmek için 20. yüzyıldan başlayarak ilk yarısına kadar olan süreçte yaşanan birçok felaketler modernizmin tüm getirdiklerine ve dolaylı olarak da bu bilim anlayışına yansımıştır. Nazilerin bilimi kötüye kullanarak yarattığı felaket ve zorla ötenazi, öjeni gibi bilimle iç içe geçirilen uygulamalar ve birçok politik akımın bilimden beslenmesi düşünüldüğünde postmodernist anlayışın tepkisini anlayabiliriz.
Postmodern anlayışa “Bilim doğadaki fenomenlere karşılık gelmektedir ve ideolojilerden bağımsızdır.” şeklinde bir karşılık verilirse, postmodern düşüncenin buna bir itirazı olmayacaktır. Ancak bu durum, bilimin kullanılmasının engellenemeyeceğini, nasıl sorusuna cevap verse de bilime neden sorusunun da cevap verdirilmeye çalışıldığı eleştirilerini sunarlar. Bu yüzden tarihi ve çıkış noktası karışık olduğu gibi kapalı anlatımları olan postmodern düşünürleri tam anlamadan bir iki örnek getirilerek tüm postmodernistler “bilim düşmanı” söylemi hatalı olabilir.
Bu hatalar, yukarıda belirttiğimiz gibi postmodernizmi ideolojiye indirgeme hatasıdır. Modernizm ile karşılıklı değerlendirildiğinde modernizmin bilim, felsefe, sanat, edebiyata biçtiği role göre değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır. Postmodernistlerin bilime karşıtlığını savunabilmek için iki düşünür örnek getirilir. Bunlar, Friedrich Nietzsche ve Martin Heidegger’dir. Postmodern düşüncenin bu iki düşünürden önemli oranda yararlandığı yadsınamaz; fakat her iki düşürün bilim ile ilgili görüşlerini her postmodern düşünürün benimsediğini söylemek hata olacaktır. Ancak her halükârda, genelleme yapmak istemesek de en azından bazı postmodernistlerin pozitif bilimlere olan uzaklığı bazı düşünürlerin söylemlerine yansımaktadır. David E. Cooper, Modern European Philosophy (Modern Avrupa Felsefesi) çalışmasında şunlardan bahseder:
20. yüzyılın başında) Avrupa’da “bilimciliğe” karşı popüler bir felsefi tepki, tamamen bilimin çalışma alanına giriyor görünebilecek konularda bile— [zamanın, uzayın] ve nedenselliğin incelenmesi gibi— bilimin doğruları ortaya çıkarma iddialarına karşı direkt cepheden hücumda bulunmak biçimini almıştı. Bilimin “doğruları” olsa olsa kısmi ve görece idi ve daha “mutlak” bilgi istiyorsak, sezgi veya hissetme gibi rasyonellik -dışı bir melekeyi (faculty) harekete geçirmeliydik.
Prof. Dr. Erdinç Sayan tarafından yapılan bu alıntıda Cooper, analitik felsefecisi olup kıta felsefesinin bazı isimlerinin bilime karşı tutumlarını incelemektedir. Kıta felsefesi ve postmodernizm arasındaki ilişkinin yakınlığı sebebiyle paylaşılmıştır. Postmodernizm, kıta felsefesinin bir alt basamağı gibi düşünülebilir. Postmodernistlerin “bilimciliğe” sert eleştirileri ve postmodernistleri eleştirenlerin “bilim karşıtları” söylemleri uzun zamandır çatışma konusu olmuştur.
Postmodern mimari biçiminde eğim ve iç içe geçmişlik hakimdir.Black Qube
2.2. Post-modernizm ve Egzistansiyalizm Arasındaki İlişki
Postmodern düşünce yapısı karmaşık ve birçok felsefi akımı bünyesinde barındıran bir teori anlayışıdır. 20. yüzyılda önemli olan egzistansiyalizm (varoluşçuluk) postmodernizmi etkilemiştir.
Egzistansiyalizm de önemli iki kavram vardır. Bunlar varlık ve mahiyettir. Varlık herhangi bir nesneyi tanımlar. Örneğin; inek bir varlıktır ancak mahiyeti varlıktan farklıdır. Mahiyet ise ineğin verdiği bir süt olabilir. İnek önce varlığa gelmiş ve sonra süt verme mahiyetini kazanmıştır. Varlık, olgunun yokluktan varlığa geldiğini tarif ederken, mahiyet ise “nasıllığı” sorusunu sormaktadır. Egzistansiyalizm de insan hariç tüm nesnelerin önce mahiyetleri oluşur ardından varlıkları buna göre oluşur.
İnsan için önce varlık meydana gelir ve mahiyeti insan kendisi oluşturur. İnsan, zihninde tanımlama yapar ardından bu düşünceyi mahiyete geçirir. Buradan hareketle var olan tüm sosyal olaylar, ideolojiler, bilim, sanat, felsefe vb. hepsi insan üretimidir. Diğer bir deyişle mahiyettir. Bu mahiyetleri oluşturan bizzat insanlardır. Diğer bir anlatımla hakikat denilen “şeyi” insanlar oluştururlar. Bu oluşturma süreci modernizmde olduğu gibi tek bir tanım, değil parçalı ve çokludur (A. Şeriati, 1971). Amazon ormanlarında yaşayan insanlar da Fransa’da yaşayan insanlar da bir hakikate ulaşma çabasındadır. Hakikate gidilen yol bir tane olmadığı gibi parçalı ve değişkendir. Antik Yunan medeniyetinde hakikat, Persler ‘de hakikat, skolastik dönemde hakikat ve modernizmin getirdiği hakikatler farklıdır. Yani insan üretimidir. Değişen çağa, kültüre, olay ve olgulara göre hakikatler oluşacak ve sürekli değişecektir. İşte buradaki mahiyeti zihinde tasarlayan insanlar bu anlayışa göre diğer canlılardan mahiyet olarak öncedir.
Postmodernizm, egzistansiyalizmden bunu alarak insanı özgürleştirme çabasına girer ancak bunu, ikili tanımlamaları yıkarak yapar. Çünkü oluşturulan tüm mahiyetler ikili tanıma uymak zorunda değildir. İyi- kötü gibi kavramların doğada olmayan karşılıklarını biz düalizmin etkisiyle oluşturarak mekânı bu şekilde kuruyoruz ve bu durum tek tipçi mekân oluşumunu destekliyor. Örneğin; modernizmin evrensel ahlak iddiasına karşı postmodern düşünce bunu sert şekilde reddeder. Bu anlayışa göre evrensel ahlak diye bir şey yoktur. Farklı toplum yapılarına göre farklı ahlak anlayışları vardır. Avrupa kültüründen çıkan ahlakın hangi kriterlere göre evrensel olup, diğer toplumlara dayatıldığı sorusu önem addeder. Bu yüzden ahlak kurallarını insanlar kültürel yapılarına ve ihtiyaçlarına göre oluştururlar.
Postmodernizmin evrensel olan tüm söylemlere sert reaksiyonları, bu söylemlerin belirli bir kültürden çıkıp dayatılması ve güce hizmet etmesi nedeniyledir. Evrensel olarak sunulan tüm öğretilerin dogmatikleşip baskıcı bir yöne doğru gitme kuşkusu bulunur. Evrensel anlatılar yerine her toplumun kendi perspektifleriyle ve ihtiyaçlarına göre oluşturduğu lokal söylemler vardır. Lokal söylem, belli bir bölgeye ait olan ve oranın sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel şartlarında ortaya çıkan yapıdır.
Postmodernistlerin evrensel karşıtı ve göreceliliği öne çıkarması tüm ideolojileri kendi hedefine çekerek büyük bir tepki almıştır. Bu perspektiften gidersek şunları söyleyebiliriz: Bilim, felsefe, sanat, edebiyat vd. oluşumların birbirine üstünlüğü var mıdır? modernizmin vereceği cevap bilimin üstünlüğü olacaktır. Modernizm diğerlerini reddetmeyecek olup sadece bilime daha fazla öncelik verecektir. Postmodern düşünce ise hepsinin eşit olduğunu ve var olan hakikatlere farklı yollardan ulaşacağını söyler. Onlara göre herhangi bir insan faaliyetini öncelemek güç istenci (will to power) oluşturacak ve tahakküm aracına dönüşecektir.
2.3. Post-modernizmin İdeolojilere Bakışı
Postmodern düşünce ile ilgili yanlış anlaşılanlardan birisi de tüm ideolojileri reddettiği ile ilgili son derece yanlış çıkarımdır. Postmodernizmi bir çatı olarak değerlendirdiğimizde “izim"ler yerine “post"lar bu yapıyı alacaktır. Örneğin; postmodernizm, Marksizm’i reddetmez. Sadece post kelimesini ekleyerek modern yapıdan çıkararak sorunsallaştırır ve evrensel yerine lokal yapıya sürükler. İlerleme, nesnellik, mutlaklık, determinizm özcülük gibi modernizmden aldığı söylemleri yapı bozumu ile yıkar. Aynısı feminizm, hümanizm vd. ideolojiler için de geçerlidir. Hepsinin bir gerçekliği vardır ancak olguların belirli basamaklarını yansıtan perspektivist yönlerini oluşturan parçalı bir gerçeklik.
(Not: Önemli postmodern düşünürlerin tamamı Marksizm’i reddedip, tabiri yerindeyse, savaş açarlar. Fredric Jameson Postmodernizm: Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı adıyla bir kitap yazmıştır. Geç kapitalizmin bir ürünü olan postmodernizmin Marksizm'e savaş açması şaşırılacak bir durum değildir. Postmodernistlere en büyük eleştiri, bir çözüm önerisi getirememiş olmalarıdır. Marksizm, bir çözüm önerisi getirirken postmodernizmin bunun aksine getireceği şeyin ancak kaos olduğunu belirtenler de olmuştur. Önemli postmodernistlerin büyük bir kısmı, eski Marksistlerdir.)
Bu söylemlerden çıkan diğer bir sonuç ise, evrensellik iddiasında olan tüm yapıları hedef almış olmaktadır. Postmodernizme göre bütün dinler eşit değerdedir. Din, inanan kişiler için bir gerçekliktir. İnanç ile ilgili diğer felsefi akımlar olan deizm, panteizm, agnostisizm, ateizm gibi görüşler de diğer dinlerde olduğu gibi birbirine üstünlüğü olmadığı için eşit değerdedir; evrensellik iddiası olmamak kaydıyla..
Büyük tepki çekecek bu söylemlerin mantığını anlayabilmek için insana verdiği rolün anlaşılması elzemdir. Protogoras’ın ünlü olan “Her şeyin ölçüsü insandır.” söylemi anlaşıldığında post-modern söylemin insana dair bakışı da bir ölçüde anlaşılacaktır. Eğer her şeyin ölçüsü insan ise, üretilen tüm sosyal yapılandırmalar doğada karşılığı olmayan ve insanın oluşturduğu anlamlar kümesidir. Bu perspektiften gittiğimizde amacı oluşturan insanların diğerlerine sosyal yapılandırmalarla öncülük edip tahakküm altına almasına kabul edilemez. Çok kısa olarak özetlersek şunu ifade edebiliriz: Gerçekliği insan yaratır ve onu yıkar ve tekrar yapar.
2.4. Postmodernizmin Sosyal Bilimlere Getirdiği Bakış Açıları
Modernizmin indirgemecilik özelliğinin karşılığı postmodernizmde perspektif olmaktadır. İndirgemecilik, var olan olguların tek bir nedene indirgenerek açıklanma çabasıdır. Örneğin tüm sosyal yaşamı sınıf ilişkilerine, ekonomiye, topluma, psikolojiye indirgeyerek açıklama olanağı bulunmaktadır. Ancak diğer görünen kısımlar bu durumda silikleşeceği için sorunsallaşır. Perspektif ise, olguların her bir özelliğinin bir yönüne odaklanarak açıklanma çabasıdır. Var olan durumun içerisinde bakılabildiği gibi tüm perspektif yöntemlerini inceleyip bütüncül de bakma olanağı bulunur.
Postmodernizmde, determinizm yerine indeterminizm getirilir. Tüm belirlenimci yasaları reddeder. Egzistansiyalizmde olduğu gibi, insana verdiği değerden dolayı mahiyetini önemser. 20. yüzyılda gelişen bilimsel bilgide, evrenin tam anlamıyla determinist olmadığı anlaşılınca, indeterminizm yavaş yavaş dillendirilmeye başlanmıştır. Hem makro evrenin deterministik yasaları olduğu gibi önceden belirlenemeyen yapılarına ilaveten, mikro evren olan kuantum teorisindeki farklılıkların makro evrenden farklılığı ve indeterminizmin olanağı, postmodernizmi de kendisine çekmiştir. Einstein’ın mutlak zaman anlayışı yerine göreceliliği getirmesi sebebiyle zaman algımız ters yüz olmuştur. Mekân ise, Kartezyen bir şekilde zamanda olduğu gibi mutlak, nesnel ve insandan ayrı olarak ele alınırken, 1960’lı yıllardan itibaren zaman gibi göreceli, mutlak olmayan, insanla var olan ve insanla anlamı yitirilen bir çizgiye kaymıştır.
Modernizmde sınırlar belirgindir. Ulus devletlerinde belirginleşen sınırlara ilaveten kamusal mekandaki sınırlar netleştirilir. Modernizmde var olan hiyerarşi sayesinde bir düzen amaçlandığı için sınırlar belirgin olarak gözükür. Postmodernizm ise sınırları kaldırmaktan ziyade iç içe olduğunu söyler. Devlet sınırlarından bilimdeki sınırlara kadar tüm sınırlar ve sosyal yaşamı oluşturan kültür ve mekâna yansımaları iç içe geçmiş olarak sunulur. Bu avantaj sunabilir. Sınırların iç içe geçirilmesi, tek tipçi mekâna özgürleştirici bir yapı sunar. Mekânda dışlanan kimlikler, getirilmeye çalışılan çoğulcu kimlikler sayesinde görünür.
Bu sınırlar bilim için de geçerli olacaktır. Disiplinler-arası ve disiplinler-ötesi kavramları, postmodernizmin sınırlara getirdiği yönelimin bir sonucudur. 19. Yüzyılda bilimlerde ortaya çıkan uzmanlaşma, her bir bilim dalını diğerinden uzaklaştırırken, doğa ve sosyal bilimler birbirinden giderek uzaklaşmış ve her iki bilim alanının terimleri birbirini anlamayacak seviyeye gelmiştir. Sınıra getirilen bu esneklik sayesinde diğer disiplinlerle ortaklaşa çalışılması ve bu sayede perspektif yaklaşımlarına binaen bütüncül bakma olanağı ortaya çıkarılmıştır. Coğrafya bilimi gibi sınırları muğlak olan ve belirli kategoride tam anlamıyla tanımlanamayan bu disiplin, modernizmden çıkıp postmodernizmin çatısı altına girdiğinde sınır çizmek gereksiz olacaktır.
Modernleşmeyle ortaya çıkan uzmanlaşmada, bilim dalları kendi alt dallarını ortaya çıkararak ilerlemiş ancak coğrafya doğa ve sosyal bilimleri kapsamasıyla uzmanlaşmaya bir türlü geçememiştir. 1950 yılında fiziki ve beşerî coğrafya arasındaki ayrımın belirginleşmesi sonucu ortaya çıkan tartışmalar fiziki coğrafyacıların doğa bilimlerine, beşerî coğrafyacıların sosyal bilimlere yakınlaşmasına neden olmuştur. Postmodernizmde disiplinler-arası (örn: fiziki ve beşerî coğrafya) ve disiplinler-ötesi (örn: sosyoloji ve evrimsel biyoloji) yakınlaşarak sınırlar ortadan kaldırılarak iletişimin kolaylaşması amaçlanır. Özellikle sosyal bilimlerde postmodernizm çok güçlü bir şekilde etki etmiştir. Sosyal bilimlere sunduğu esneklik, doğası gereği deterministik olmayan ve kaotik olan sosyal yapıyı geniş örüntülerden araştırma yöntemleri sunmaktadır. Örneğin sosyal bilimlerde kendisine yer etmiş olan feminizm ile ilgili iki akımın örneklerini şu şekilde verebiliriz.
- Modernist feminizm: Kadınlar ataerkilliğe karşı baskı altındadır ve hem bağımsızlığı elde etmek hem de “özgün benliklerini” yeniden kazanmak için Akıl'ı kullanabilirler. Akıl, evrensel olarak birleştirici bir unsur olacaktır.
- Postmodernist feminizm: Erkek / kadın, erkeksi / kadınsı kategorileri, kültürel olarak inşa edilmiş İdeolojidir. Toplumsal cinsiyet rolleri, tüm kültürlerde ve bağlamlarda kültürel olarak görecelidir. Bu sebeple yere özgü olarak oranın şartlarına göre incelenmeli ve sistem yapı bozumuna uğratılarak deşifre edilmelidir.
Akıl (İng: "rationalism") her iki akımda da önemlidir. Ancak modernizmde akıl ana unsurdur. Şöyle ki, akıl göreceliliği, kültürü, siyaseti, ideolojiyi aşacak bir unsurdur. Modernizmin akıla verdiği rol, en üstün değerde olmaktadır. Posetmodernizm, aklı siyaset, kültür, ideoloji gibi anlamlardan çıkarmayıp onunla birlikte değerlendirir. Örneğin:
- Modernizm: Akıl varoluşsal, tarihsel, kültürel ve ideolojik bağlamlarımızdan bağımsız olarak bunları aşar ve var olur; akıl evrensel ve “gerçek” tir.
- Postmodernizm: Kültürel Görelilik. Aklın kendisi, inanç ve diğer kültürel bilme araçları gibi diğer geleneklerle rekabet eden özel bir Batı geleneğidir.
Her iki akım arasında benlik kavramı farklı şekilde ele alınır. Modernizmde özne kalıtsal olarak oluşturulurken postmodernizmde kimlik değişken ve oluşturulandır:
- Modernizm: Kültür ve toplumdan bağımsız, istikrarlı, tutarlı “benliğin” varlığı vardır. Kimlik durağandır: biri ya ırksal, etnik, ulusal ya da cinsiyet kimliğidir (geleneksel görüş) ya da kişinin sosyal etkilerden ayrılması gereken doğuştan gelen bir kimliği vardır (Rousseau'nun romantik görüşü).
- Postmodernizm: “Benlik” bir efsanedir ve kişinin sosyal deneyimlerinin ve kültürel bağlamlarının bir bileşiminden ibarettir. Kimlik akışkan ve uygulayıcıdır. Kendinin ve hatta cinsiyetin gerçek bir tanımı yoktur; kimlikleri maske olarak koyarız ya da sahnede aktörler gibi "benliklerimizi" gerçekleştirir. Kimlik bizden bağımsız değildir çünkü kimlikleri biz üretiriz.
Bilimsel objektiflik ile ilgili her iki akımın görüşlerini şu şekilde yazabiliriz:
- Modernizm (Bilimsel tarafsızlık): Bilim insanlarının nesnel gözlemci olmaları gerekir. Doğayı doğrudan gözlemle, dolaylı gözlemle veya ön yargıları dışlamayı amaçlayan kontrollü deneylerle incelerler.
- Postmodernizm (Bilimsel taraflılık): Doğadaki gözlemler kendilerini yorumlamaz. Bir zihin ve deneyi yürüten herhangi bir kişi veya grubun ön yargısı ile yorumlanılır. Ayrıca, insan aklının, kültürlerin ve dillerinin, şeylerin-olguların-"gerçek" doğası bilinmeyebilir.
Postmodernizmin bilime olan bakışı hakkında yazar olan Scotty Hendricks, Postmodernizm Anti Bilim midir?" yazısında şunları söylemektedir:
Postmodernizm çoğu zaman gerçeği, batıyı, filmleri ve sevdiğimiz her şeyi yok etmek için entelektüel bir öcü olarak sunulur. Gerçekte, yaklaşık 50 yıl önceki Fransız düşünürlerin çalışmalarından kaynaklanan bir sistemdir. Çeşitli fikirlere dayanır, ancak genel olarak kapsayıcı anlatıların ya da dünyanın evrenselleştirilmiş yorumlarının reddedildiği belirtilir. Bu, postmodernizmin sevdiğimiz her şeye “karşıt” olduğu iddialarına yol açtı. Ancak öyle mi? Genel anlamda, öyle değil. Hiçbir postmodernist, akıllı telefonunuzun çalışmaması gerektiğini veya yalnızca belirli bir sosyal yapının içinde çalışacağını söylemez. Postmodernizm, insanların söylediği canavar değildir. Bununla birlikte, bu durumun modern bilimi eleştirmeye çalıştığı söylemi, bir anti-bilimsel ön yargı ortaya çıkardığı fikri çok abartılıyor.
2.5. Postmodernizm ve Nihilizm İlişkisi
Postmodernizmin, nihilist (hiççilik) yönü bulunmaktadır. Postmodernizme getirilen eleştirilerden bazıları, postmodernizmin, modernizmin temellerini yapı bozumuna uğratıp yerine hiçbir şey getirmediğidir. Modernizm, dinden devraldığı dünyayı tıpkı dinlerde olduğu gibi yine hakikati sunmuş ve bu yolda gidilirken bilimi öne çıkarmıştır. Ayrıca Hristiyanlıkta olduğu gibi tarih düz bir çizgi şeklinde daima iyiye ve mutlaklığa doğru gidecek öngörüsünü getirerek bir amaç sunmuştur. Modernizm, Orta Çağ düşüncesine karşı olarak birçok yenilik getirirken, Hristiyanlığın tarihsel anlayışını bozmamış ve olduğu gibi almıştır. "Postmodernizmin amaçsızlığa doğru görünen yönelimi insanın amaca olan yönelimini nasıl telafi edecektir?" sorusu halen yanıtlanmayı beklemektedir.
2.6. Modernizm ve Post-modernizmin Ortaya Çıkmasında Fransa
Fransız devrimiyle birlikte Aydınlanma dönemi ve gelen modernizmin Fransa’da ortaya çıkmasına ilaveten postmodernizm dayanaklarını Fransız düşünürlerden alması tesadüf müdür?
Fransız devrimine karşılık gelen 1968 gençlik ayaklanmalarının başına çektiği Fransa, başta Michel Foucault olmak üzere Jean Paul Sartre gibi düşünürleri büyük oranda etkilemiştir. II. Dünya Savaşının yarattığı yıkımla birlikte bozulan ahlaki sistem ve modernizmin çözümsüzlüğü, devlet yönetimine olan hoşnutsuzluk ve farklı kesimlerine olan ayrımcılık, ayaklanmaların başlıca sebepleridir. Stewen Best ve Douglas Keltiner, Postmodern Theory: Critical Interrogations (Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar) kitabında şunları ifade eder:
Fransa’da İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki modernleşme süreçlerinin hızlı bir değişim yaşadığı ve yeni bir toplumun ortaya çıkmakta olduğu duygusunu üretti. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Fransa hala büyük ölçüde bir tarım ülkesiydi ve devrini tamamlamış bir ekonomiden ve politik ekonomiden mustaripti. John Ardagh (1882:13) 1950 yıllarının başları ile 1970’li yılların ortası arasında “Fransa’nın göz kamaştırıcı bir yeniliğe geçtiğini iddia eder.
Fransa’nın II. Dünya Savaşı sonrası modernizme hızla geçip, yaşanan siyasal sorunların ayaklanmalara olan sebebiyle postmodernizmin bu sebeple burada güçlendiği söylemler arasındadır. İlk zamanlarda sanattan başlayarak sosyal bilimlere yayılmıştır.
2.7. Postyapısalcılık ve Postmodernizm İlişkisi
Postmodernizm gücünü önemli oranda post yapısalcılıktan alır. Post-yapısalcılık, yapısalcılık sonrası döneme tekabül etmektedir. Modernizmin söylemlerini yıkar ve yeni bir felsefi düşünceye kapı aralar. Ayrıca modernizm öncesi felsefe düşüncesini de sorunsallaştırır. Post yapısalcılığın en önemli temsilcisi Jacques Derrida’dır. 1967 yılında peş peşe çıkan Yazıbilimine Dair, Konuşma ve Görüngü, Yazı ve Ayrım kitapları büyük etki uyandırmış ve çokça tartışılmış ve halen tartışılmaktadır. Derrida’nın bu kitaplardaki eleştirileri başlıca Husserl’in görüngübilimi, Saussure’nin Dilbilimi, Lacan’ın psikanalizi ve Levi Strauss’un yapısalcılığına karşı eleştirilerini kapsamaktadır.
Postyapısalcılar derinlemesine metin okumaları yaparken söküme alma (İng: "under erasure") yöntemini geliştirmişlerdir. Bu yöntem şu şekilde yapılır: Var olan bir metinde bir sözcüğü söküme alır ve üstünü çizeriz. Sonra hem sözcüğü hem de üzeri çizilmiş halini baskıya veririz. Buradaki asıl amaç sözcüğe dikkati çekmektir. Peki tam anlamıyla post yapısalcılar niçin bu şekilde yapmaktadırlar? çünkü sözcük yetersizdir. Ancak onu tam anlamıyla silemeyiz, çünkü ondan da tam anlamıyla vazgeçemeyiz. Bu yöntemi ilk uygulayan kişi Martin Heidegger’dir. Heidegger, Varlık ve Zaman kitabında varlık kavramının üstünü çizerek yetersizliğini vurgulamıştır. Varlık, Heidegger’e göre asla tüketilemeyen sonsuz bir uğraştır. Varlık her zaman anlamlanmaya muhtaçtır; yani sonul değildir. Varlık sürekli ve sonsuz bir biçimde düşünülmeye aittir. Varlık ona göre göstereni sürekli gösteren ve aşkın olan bir gösterilendir. Bir diğer ifadeyle varlık sözcüğünün altı kaygandır ve sürekli çeşitli anlamlandırmalara kapı açar. Çünkü potansiyeli bu şekildedir.
Derrida, Heidegger’den bu söküm yöntemini alarak onu geliştirir. Derrida, gösteren (İng: "signifier") ile gösterilen (İng: "signified") arasında ayrım yapar. Ancak yapısalcılık ile postyapısalcılık da burada yani gösteren ile gösterilen arasındaki farklılıktan ayrılırlar. Yapısalcılığa göre gösteren ile gösterilen arasında daha stabil bir zemin bulunmaktadır. Gösterilen elma, gösteren tarafından belirli bir göstergeyi işaret eder. Gösterilen belirlidir ve dayanağı bulunmaktadır. Acaba gösterilen kavramlar bu şekilde midir? günlük dilde sürekli kullandığımız birçok kavramların sağlam bir temeli var mıdır? işte post yapısalcılık burada yapısalcılıktan ayrılmaktadır. Gösteren ile gösterilen arasında doğrudan bir bağlantı yoktur. Diğer bir ifadeyle gösteren ile gösterilen arasında birebir bağlantı yoktur. Arada başka faktörlerde vardır. Niçin? Çünkü sözcük ile şeyler ya da sözcük ile düşünce arasında birebir karşılama ( İng: "correspondence") postyapısalcılara göre yoktur. Gösterenler sıra sıra dizilen halkalar dizisidir. Burada sözcüklerin ilişkisellikleri bulunur.
Sözcükler başka sözcüklerle birbirini tamamlarlar ama dayanaksız, kuralsız, karmaşık ilişkiler ağı olarak. Sürekli kombinasyonlar (İng: "combination") birbirini sonsuzca başka bir gösterilene havale eder. Bununla birlikte gösterenler gösterilenlerin içinde karşılıklı olarak dönüşürler. Kendisinde olmayan herhangi göstergenin bulunmadığı ve göstergeler arası bir türlü varış yerinin olmadığı görülür. Diğer bir ifadeyle metinde bir bitiş yeri bir son nokta yoktur. Buradan çıkan sonuç ise postyapısalcıların da ifade ettiği gibi anlamın saf duru bir tanımı yoktur. En nihayetinde göstergeler gittiği yerde bizlere yokluğu gösterirler. Anlamlar sürekli devinim içindedirler. Yani sabit bir temel veya bir lokasyon (sabit bir varış yeri) bulunmaz. Onlar hep hareket halinde tıpkı bir buzlu yolda ayakların kayması gibi kayarlar. Öyleyse buradan çıkan sonuç yapısalcıların iddia ettikleri gibi dil bu kadar net bir aracı değildir. Dil oynaktır. Dilin bizi yanıltma ihtimali bulunmaktadır. Söylediğimiz veya yazmış olduğumuz bir metinde tamamen onda bulunabileceğimize dair bir inancımız sorunludur; diğer bir tanımla metinlerin anlamlarının bizi tam yansıttığı sadece hayaldir. Post yapısalcılara göre bireyler ister farkında olsun isterse olmasınlar onlar sonsuzca olan bu dil oyununda sürekli yapılanmaktadırlar. Buradan çıkan diğer bir sonuç ise öznenin yani ben’in (İng: "ego") paramparça edilmesidir.
Derrida geliştirdiği yapısöküm yöntemiyle metnin anlamının tam olarak neye gönderdiğinin be-lirsizliğini gösterir. Özellikle metinlerde ikirciklik kullanımları yapı sökümüyle paramparça edilir. Filozofların ikili tanımlamaların üzerine yapıları veya söylemleri inşa etmesi bunun dayanaksız ve kolayca eleştirilebilir olduğunu gösterir. Özellikle Derrida’ya göre metafiziksel söylemler, karşıtlıklar ile birbirlerini tanımlarlar. Bu karşıt ikiliklerin başlıcaları; varlık-yokluk, gösteren-gösterilen, konuşma-yazı, söz-dil, duyulma- düşünülme, art zamanlı- eş zamanlı, uzam- zaman vs. söylenebilir. Birbirine zıt bu ikili yapılar çok kolay olarak yapı sökümle dayanıksızlığı ortaya çıkarılabilir. Derrida bize bu kavramların üzerinde yeterince düşünmeden yapıları bunları üzerine inşa ettiğimizi belirtir. İdeolojiler bu söylemler üzerine bina edilir. Doğru- yanlış, iyi- kötü, güzel- çirkin, anlamlı- anlamsız, ussallık ve delilik gibi dikatomiler buna örnektir. Yine Derrida’ya göre sürekli bu şekilde dilimizde kullandığımız ve bizi de böyle düşünmeye sürükleyen söylemleri sorgulamamızı ister bizden. Örneğin; sesmerkezcilik- sözmerkezcilik, beden- ruh, madde- tin, özne- nesne, yanlışlık- doğruluk, içsel- dışsal örnekleri verilebilir. Bu karşıtlıklar ancak diğer karşıtlıklar sayesinde ortaya çıkar ve var olmasını karşıt kavrama borçludur. İkili dikatomiler sürekli diğer bir karşıtlık yoluyla anlam kazanır. Bu kavramlar diğerinin içinde var olarak yapı söküme hazır hale gelirler. Şimdi bu ikili kavramlar üzerinde derin bir şekilde dü-şündüğümüzde bunların hiçte dilimizden çıktıkları olmadığı; gerçekliği sorunlu olan ve arasında da her zaman farklı bir olgunun bulanabileceği şeylerdir.
Post yapısalcılar dilin söylemleri oluşturduğunu söylerler. Bu söylemlerde özneyi parçalar ve bizi oluştururlar. Bu sebeple tüm söylemler bu ikili tanımlara yaslanırlar. Ayrıca gösteren ve gösterilen arasındaki dayanaksızlık bize söylemlerin kusurluluğunu gösterir. Buradan yola çıkıldığında postmodernizmin kültürel eşitliği ve göreceliliği niçin savunduğu daha iyi anlaşılabilir. Modernizm, ideolojiler vb. gibi söylemleri bu şekilde eleştirerek çelişkilerini gösterirler. Derrida’ya göre her metin yapı sökümüne uğratılabilir. Hatta kendisinin kitabı da buna dahildir.
Post yapısalcılar metafiziğin üzerinde dururlar. Çünkü metafiziğin anlaşılması gerekir. Zaten yaşamımız içerisinde birçok metafiziksel dayanaklarımız bulunmaktadır. Bunlar din, bilim, felsefe, ideolojiler vb. hepsi için geçerlidir. İşte bunları aşmak isteyen post yapısalcılar, ancak bu sayede gelişim gösterileceğini düşünürler. Örneğin; Heidegger, “ İnsanın yurtsuzluktan kurtulması, ancak metafizik düşüncenin aşılmasıyla mümkün olabilir” sözünü söyleyerek düşüncesini dile getirir. Tabii burada metafiziği aşmak ile mantıksal pozitivistlerin ve bilimcilerin metafiziği dışlayıp her şeyi bilime indirgemesi arasında uçurum vardır. Post-yapısalcılar metafiziğin zorunlu olduğunu bize söylerler. Ve bunu mutlak aşmak ancak hayalden ibarettir. Örneğin; Derrida için metafiziği aşmak ikili tanımları yıkmak ve en azından bunların bilincinde olmaktır.
Anlaşıldığı üzere niçin postmodernimin “her şeye karşı” gibi gösterilmesi de burada yatar. Söylemlerle kurulan dünyayı sorunsallaştıracak yöntemleri bulması ve bir oyun gibi oynayarak yapıları darmadağın etmesi post yapısalcılık ve postmodernizmin karşıtlarını çoğaltmaktadır.
Sonuç
Bu yazıdaki postmodenizm, sosyal bilimlerde önemi giderek artan eleştirel teori (İng: "critical theory") perspektifinden ele alınmıştır. Post-yapısalcıların özellikle Faucoult ve Derrida'nın modernizmi sorunsallaştırdığı ancak bir çözüm önerisi getiremediği sıkça eleştirilir. Bu yazıda postmodernizm Faucoult ve Derrida ile sınırlı kalmamış, eleştirel teori perspektifinden bakılarak Faucoult ve Derrida'dan bir anlamda ayrılmıştır. Örneğin; Faucoult,"İktidar (güç) her yerdedir. Hapishanede, tımarhanede, hastanede, okulda, bilgide, bilimde ve iş yerindedir iktidar." söylemini kullanır. "Bundan nasıl kurtulabiliriz?" sorusuna karşı cevap vermekten kaçmış ya da üstü kapalı cevaplar vermiştir.
Faucoult, Deliliğin Tarihi kitabında söylemiş olduğu şu sözü de yaşama bakışına bir örnek teşkil eder:
Eğer iyi bakılacak olursa, hayatımızın tümü bir masaldan, bilgimiz bir aptallıktan, emin olduğumuz şeyler hikayelerden başka bir şey değillerdir; kısacası bu dünyanın tümü bir oyundan ve sürekli bir komediden başka bir şey değildir.
Faucolt'un bahsetmiş olduğu hikayeler, tüm sosyal yapılandırmalardır.
Postmodernizmin üzerinden belirli bir süre geçmiş olmasına rağmen yoğun tartışmalar olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Modernizm gibi belirli aşamaları geçerek ortaya çıkmadığı gibi, var olan karışıklıklar ve kapalı anlatımlar karmaşayı iyice arttırmaktadır. Tabii bu postmodernizm hakkında hiçbir çıkarım yapılamayacağı anlamına gelmemektedir. Postmodernistlerin anlatımlarının kapalı olması yoğun olarak eleştirilirken, düşünürler arasında farklılıklar vardır. Jacques Derrida ile Michel Faucoult’un anlatımını kıyasladığımızda, Jacques Derrida çok daha zor ve kapalı anlatıma sahiptir.
Her ne kadar yoğun tartışmalar olsa da postmodernizm, 20. yüzyılda büyük bir etki ortaya çıka-rarak gelişmeye devam etmektedir. Sadece Michel Foucault’un bugüne kadar aldığı atıf sayısı 782.097 sayısıyla bugüne kadar gelmiş en fazla atıf şampiyonudur. Sadece bu rekor sayı, bize sosyal bilimlerde postmodern anlayışın etkisini göstermektedir.
1968 hareketinin de etkisiyle söylem alanını geliştiren postmodern düşünce, bir yandan modernizmin zamanla baskıcı unsurlarından bireyi kurtarırken onu kendi tarafına çekerek nihilizme sıkıştırma olanağı da bulunmaktadır. Hepimiz doğamız gereği bir gerçekliğe ulaşma amacı içerisindeyiz. Amaçsız bir yaşamın olanağı olmadığı düşünüldüğünde modernizm ve postmodernizm arasındaki çatışmada gelinen noktada benliğiniz hangisine daha uygun olduğunu seçme özgürlüğü sizin kararınıza kalmaktadır.
Yaşamımız içerisinde modernizmin ve postmodernizmin bireye sunduğu olanaklar içerisinde makul olunan tarafları vazgeçilmez bir gerçekken asıl sorun, birbirine zıt olan yapıların ne şekilde uzlaşılacağı sorudur. Makro evren ile mikro evreni birleştirecek bir teoriyi ortaya çıkarmak kadar zor, belki de imkânsız olan bu sorunun cevabını zaman geçtikçe bulmanın yollarını arayacağız. Ancak şu an için bir cevabı bulunmamaktadır.
Heidegger insanın dünyaya gönderilmediğini ancak atıldığını söyler. Yazımızı Martin Heidegger’in şu ünlü sözüyle bitiriyoruz.
Varoluşun özü, tasadır. Tasa, insanın dünyaya terk edilmiş bir varlık olmasından kaynaklanır.
Kaynak: https://evrimagaci.org/postmodern-felsefe-postmodernizm-nedir-8238
Yorumlar
Yorum Gönder