PLATON’NUN VARLIK, BİLGİ VE DEĞER ANLAYIŞI

 

Felsefe tarihinin önde gelen filozoflarından Platon ve Aristoteles’i çağın diğer filozoflarından ayıran temel fark, felsefenin bütün alanlarına yönelik görüşleri belli bir sistemde sunmaları ve yazılı eserler bırakmalarıdır. Platon ve Aristoteles, çeşitli tartışmaların ana problemlerini tespit etmiş ve onlara yönelik tutarlı görüşler ileri sürmüştür. Platon, görüşleriyle idealizmin; Aristoteles de realizmin öncüsü olarak kendilerinden sonra gelen filozoflara ilham vermiş ve yol gösterici olmuştur.

 

Platon

 

Platon (Görsel 1.13), yalnız MÖ 6-MS 2. yüzyıl boyunca değil tüm zamanların en önemli filozoflarından biri olarak kabul edilmektedir. Kimilerine göre felsefenin bütün tartışma başlıklarını açmış, kimilerine

göre ise kendinden önceki düşünürlerin (özellikle Herakleitos,Parmenides, Protagoras ve Sokrates) fikirlerini sentezlemiştir. Platon’un felsefe tarihinin ilk sistemli filozofu olması; siyasetten sanata, dinden

eğitime bütün alanlarda kendi felsefesi içinde tutarlı ve bütünlükçü görüşler ortaya koymasındandır.

Platon felsefesi üzerine çalışma yapan birçok araştırmacı, Platon’u felsefeye yönlendiren adımın siyaset olduğunu düşünmektedir. Hocası Sokrates’e yaşadığı toplumun idam hükmünü vermesi onu bu arayışa itmiştir. Herkes için geçerli doğrulukla ilgili değişmez bir gerçeklik arayışına giren Platon, bütün felsefesinin temelini oluşturacak fikri ortaya atacaktır. Bu değişmez gerçeklik alanı, idealar dünyasıdır. Platon’un gerçekliğe yönelik düşünceleri “idealar kuramı” olarak ifade edilmiştir.

 

Platon’un Varlık Anlayışı

 

Platon öncesi filozoflarda varlığa yönelik düşünceler varlığın değişimi konusunda farklılık göstermektedir. Platon, varlığın değişimini kabul ve reddeden düşüncelerden yola çıkarak “idealar kuramı” olarak isimlendirilen varlık anlayışını oluşturmuştur.

 

Platon’a göre gerçek varlık, değişmeden kalabilen olmalıdır; aksi hâlde bilgisine ulaşılamaz. Platon’un

varlık anlayışının temelinde akılla kavranabilen, değişmeyen, kendi kendinin nedeni olan gerçek varlıklar, idealar vardır. İdealar duyusal alanın dışındadır. Duyusal olana bağlı olan varlıklar ise idealardan pay alarak var olan fenomenlerdir. Bu varlıklar, ideaların yani gerçeğin birer kopyasıdır.

 

Platon’un Bilgi Anlayışı

Platon, bilgi anlayışını oluştururken varlık anlayışından yola çıkmıştır. Gerçek varlığın yani ideanın bilgisiyle sadece bir yansıma olan fenomenlerin bilgisini ayırmıştır. İdeaların bilgisi, idealar dünyasından akıl yoluyla edinilir. Akıl bu bilgiye ulaşmak için idealara, ideaların bilgisinin olduğu kendi içine dönmelidir. Bu kendine dönüş bir tür anımsamadır. Platon’a göre ideaların bilgisi doğuştan zihinde hazır bulunur. Platon, bu bilgilere episteme demektedir. Platon, bu fikre ruhun ölümsüzlüğü fikriyle ulaşır. Ruh, doğum ve ölümle idealar ve fenomenler dünyasına gidip gelmektedir. Bu gidiş ve gelişlerde idealar dünyasında görülenler fenomenlerin ışıltısında unutulmaktadır. Platon’un bilgi anlayışında fenomenlere yönelik bilgiler, gerçek bilgi olarak kabul edilmez. Fenomenler, insanda sadece sanı ve tahminler oluşturur.

 

Platon’un Değer Anlayışı

Felsefede değer kavramı; etik, siyaset ve sanat gibi alanların dahil olduğu bir adlandırmadır. Platon’un

etik, siyaset ve sanat anlayışları; bilgi anlayışında olduğu gibi varlık anlayışıyla şekillenir.

Platon’un gerçek varlıklar olarak nitelendirdiği ideaların en üstünde “iyi ideası” bulunur. Platon ahlak

anlayışını bu doğrultuda oluşturur. Platon’a göre ahlakın kaynağı mutluluktur ve mutluluğa iyi ideasına ulaşmaya çalışmakla varılır. İyi ideasına yönelmek için iyi ideasının bilgisine ulaşmak; bilgisine ulaşmak içinse erdemli, adil ve doğru olmak gereklidir.

 

Platon; siyaset felsefesi düşüncelerini, insanların istek ve ihtiyaçlarının doğal olarak oluşturduğu “devlet” düşüncesiyle açıklar. Platon’a göre devlet; insanların “iyi”, “güzel” ve “doğru” bir hayat yaşamaları için ortaya çıkmıştır. Platon, devletin böylesi bir amacı gerçekleştirebilmesinin koşulu olarak yöneticilerin filozof olması gerektiğini söyler. Ona göre, ancak ve ancak filozofların ruhsal yapısı, iyi ideasının bilgisine ulaşmayı hedeflemektedir.

 

Platon, sanat anlayışını da varlık anlayışına göre kurar. Ona göre sanat, gerçeğin soluk bir kopyası olan fenomenlerin birer kopyasını yapmaya koyulursa değersiz bir ürün ortaya çıkarır. Bu hâliyle sanat, sadece yansımanın yansımasıdır. Platon’a göre sanatçı, eserlerinde fenomenleri değil ideaları yansıtabildiğinde mükemmelliğe

ulaşır.

 

PLATON’UN DEVLET ADLI ESERİNDEN (Mağra Mitosu)

-        Şimdi dedim,insan denen yaratığı eğitimle aydınlanmış ve aydınlanmamış olarak düşün. Bunu şöyle bir benzetmeyle anlatayım: Yer altında mağramsı bir yer, içinde insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş. ...İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyorlar, ne de burunlarının ucundan başka bir yeri görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında. Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani şu kukla oynatanların seyircilerle kendi aralarına koydukları  ve üstünde marifetlerini gösterdikleri bir bölme var ya, onun gibi bir duvar. Böyle bir yeri canlandırabiliyor musun gözün önüne ?

-        Getiriyorum.

-        Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar; taştan, tahtadan yapılmış, insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer kuklalar taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler bölmenin üstünde görünüyor. Gelip geçen insanların kimi konuşuyor, kimi susuyor.

-        Garip bir sahne doğrusu ve garip mahpuslar!

-        Ama tıpkı bizler gibi! Bu durumdaki insanlar kendilerini ve yanlarındakileri nasıl görürler? Ancak arkalarındaki ateşin aydınlığı ile mağarada karşılarına vuran gölgeleri görebilirler, değil mi?

-        Ömürleri boyunca başlarını oynatamadıklarına göre başka türlüsü de  olamaz.

-        Bölmenin üstünden gelip geçen bütün nesneleri de öyle görürler.

-        Şüphesiz.

-        Şimdi bu adamlar aralarında konuşacak olurlarsa, gölgelere verdikleri adlarla adlarla gerçek nesneleri anlattıklarını sanırlar, değil mi?

-        Öyle ya.

-        Bu zindanın içinde birde yankı düşün.Geçenlerden her birinin her konuşmasını mahpuslar karşısındaki gölgenin sesi sanmazlar mı?

-        Sanırlar tabii.

-        Bu adamların gözünde gerçek, yapma nesnelerin gölgelerinden başka bir şey olmaz ister istemez, değil mi?

-        İster istemez.

-        Şimdi düşün: Bu adamların zincirlerini çözer, bilgisizliklerine son verirsen; her şeyi olduğu gibi görürlerse, ne yaparlar? Mahpuslardan birini kurtaralım; zorla ayağa kaldıralım; başını çevirelim, yürütelim onu; gözlerini ışığa kaldırsın.Bütün bu hareketler ona acı verecek. Gölgelerini gördüğü nesnelere gözü kamaşarak bakacak. Ona “demin gördüğün şeyler boş gölgelerdi, şimdiyse gerçeğe daha yakınsın, gerçek nesnelere daha çeviriksin, daha doğru görüyorsun” dersek; önünden geçen şeyi birer birer ona gösterir, bunların ne olduğunu sorarsak ne der? Demin gördüğü şeyler, ona şimdikilerden daha gerçek gibi gelmez mi?

-        Daha gerçek gelir.

-        YA onu aydınlığın ta kendisine bakmaya zorlarsak? Gözlerine ağrı girmez mi? Kendi gördüğü şeyleri, sizin gösterdiklerinizden daha açık, daha seçik bulmaz mı?

-        Öyle sanırım.

-        Onu zorla alıp götürsek, dik ve sarp yokuştan çıkarıp dışarıya gün ışığına sürüklersek, canı yanmaz, karşı koymaz mı bize? Gün ışığında gözleri kamaşıp bizim şimdi gerçek bildiğimiz nesnelerin hiç birini göremeyecek hale gelmez mi?

-        İlkin bir şey görmez her halde.

-        Yukarı dünyayı görmek isterse buna alışması gerekir. Rahatça görebildiği ilk şeyler gölgeler olacak. Sonra nesneler ve insanların sudaki yansıları, sonrada kendileri. Daha sonra da gözlerini yukarı kaldırıp, güneşten önce yıldızları, ayı, gök yüzünü seyredecek.

-        Her halde.

-        En sonunda da güneşi; ama artık sularda yada başka şeylerdeki yansılarıyla değil, olduğu yerde olduğu gibi.

-        Öyle olsa gerek.

-        İşte, ancak o zaman anlayabilir ki mevsimleri, yılları yapan güneştir.Bütün görünrn dünyayı güneş düzenler. Mağarada onun ve arkadaşlarının gördükleri her şetin aslı kaynağı güneştir.

-        Bu değişik görgülerden sonra,  varacağı sonuç bu olur elbette.

-        O zaman ilk yaşadığı yeri, orada bildiklerini, zindan arkadaşlarını hatırlayınca, haline şükretmez, orada kalanlara acımaz mı?

-        Elbette.

-        Ya orada birbirlerine verdikleri değerler, ünler?  Gelip geçen şeyleri en iyi gören, ilk veya son geçenleri, yada hepsini en iyi akılda tutup, gelecek şeylerin ne olabileceğini en doğru kestirenin elde ettiği kazançlar? Mağaradan kurtulan adam artık onlara imrenir mi? O ünleri o kazançları sağlayanları kıskanır mı? O boş hayallere dönmekten, eskiden yaşadığı gibi yaşamaktansa, Homeros’taki Akilleus gibi, “fakir bir çiftçinin hizmetinde uşak olmayı”, dünyanın büyün dertlerine katlanmaktan bin kere daha iyi bulmaz mı?

-        Bence bulur; her mihneti kabul eder de bir daha dönmez o hayata.

-        Bir de şunu düşün: Bu dediğimiz  adam mağaraya dönüp eski yerini alırsa; gün ışığından ayrılan gözleri karanlıklara dayanabilir mi?

-        Dayamaz.

-        Daha gözleri karanlıklara alışmadan, ki kolay kolayda alışamaz, yenden bu karanlıklar içinde düşünmek, zincirlerinden hiç kurtulmamış mahpuslarla gördükleri üzerine tartışmak zorunda kalsa, herkes gülmez mi ona? Yukarıya boşu boşuna çıkmış, üstelikte gözlerini bozup dönmüş demezler mi? Bu adam onları çözmeye onları yukarıya götürmeye kalkışınca, ellerinden gelse, öldürmezler mi onu?

-        Hiç şaşmaz öldürürler onu.

-        Şimdi sevgili Glaukon, bu benzetmeyi demin söylediklerimize uyduralım. Görünen dünya mağara zindanı olsun. Mağarayı aydınlatan ateş de güneşin yeryüzüne vuran ışığı. Üst dünyaya çıkan yokuş ve yukarıda seyredilen güzellikler de ruhun düşünceler dünyasına yükselişi olsun.  Benim nereye varmak istediğimi merak ediyordun ya , işte, bu benzetmeyle bunu iyice anlamış  olursun. Doğru mu, yanlış mı orasını Tanrı bilir. Herhalde benim düşünceme göre kavranan dünyanın sınırlarında “iyi” ideası vardır. İnsan onu kolay kolay göremez. Görebilmek için de, dünya da iyi ve güzel ne varsa, hepsinin ondan geldiğini anlamış olması gerekir. Görülen dünyada ışığı yaratan ve dağıtan o dur. Kavranan dünyada da doğruluk ve kavrayış ondan gelir. İnsan ancak onu gördükten sonra iç ve dış hayatında bilgece davranabilir.  

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

15.-17. YY. FELSEFESİ

VARLIK FELSEFESİ: