18-19 YY. FELSEFESİ
18-19 YY. FELSEFESİ
Ortaya çıkışı
Rönesans ve reform, coğrafi keşifler, batıda kilisenin etkisini yitirmesi ve bilimin gelişimi ardından yaşanan sanayi devrimi ve siyasal toplumsal gelişmeler 18 ve 19. Yüzyıllar için belirleyici olmuştur denebilir.
Sanayi Devrimi:
https://www.youtube.com/watch?v=qMHBRWCNPK4
https://www.youtube.com/watch?v=gtXg_rebBQc
https://www.youtube.com/watch?v=8Wi9yY7_fis
https://www.youtube.com/watch?v=dHPkGfrRmjA Buhar makinesinin gelişimi
SANAYİ DEVRİMİ VE SANAYİLEŞME
(KAYNAK: UYGARLIK TARİHİ, Pagem Yay. Sanayi devrimi ve Sanayileşme, Say 422, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi, Yrd.Doç.Dr..
Ümüt Akagündüz)
İnsanlığın bugünkü düzeyine ulaşmasında önemli roller oynayan dönüm noktaları vardır. Sanayi Devrimi, bu dönüm noktalarından birisidir. Önceki yüzyıllar ile karşılaştırıldığında 19. yüzyıl ve sonrasının tarihin en hızlı değişim, dönüşüm yıllarını kapsaması ve insanın büyük ölçüde bu dönemde doğaüstündeki hâkimiyetini arttırması Sanayi Devrimi ile mümkün olmuştur. Coğrafi Keşifler sonrasında, kadim dünyanın ticaret merkezlerine denizcilik alanındaki gelişmeler vasıtasıyla yerleşen Avrupalı devletler, üretim ve tüketimi arttıran kapitalist ve merkantilist politikalardan yararlanarak hem burjuvazi ekseninde hem de devlet ekseninde belli bir sermaye birikimine ulaşmışlardır. Bilim ve teknik alanında yaşanan yeniliklerin bu sermaye birikimiyle bütünleşmesi, yüksek üretim değerlerine nasıl ulaşabiliriz sorusunu yanında getirerek, Batı’nın diğer uygarlıklarla karşılaştırıldığında daha zengin bir mali, ekonomik altyapıya sahip olmasını sağlayan sanayileşmeyi yaratmıştır.
Sanayi Devrimi öncesi Avrupa tarihine baktığımızda Avrupa’da mutlakiyetçiliğin etkisi altında merkezi yapıların kuvvetlendiğini, devlet ve bürokrasinin kendinden önceki feodal düzeni tasfiye edecek şekilde, ülke yönetimlerinde söz sahibi olduklarını görmekteyiz.Yani ulus-devlet oluşumları için gereken altyapı, 15. Yüzyıldan itibaren şekillenmeye başlamıştır. Ulus-devlet altyapısının bu biçimleniş sürecinde merkezi orduların, liberal düşünürlerin ve burjuvazinin etkisi bulunmaktadır. Bu noktada Sanayileşme 15.yüzyılla başlayan sürecin hem sonucu hem de daha da derinleşmesini sağlayan temel unsurudur. Sanayi Devrimi ile birlikte Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinin uzantısı olan modern bilgi ve bilim daha sistemli bir şekilde ekonomi ile bütünleşmiştir. Böylece ekonomik faaliyetlerde yerel unsurların yerini ulusal ve uluslararası pazarlar almaya başlamıştır.(Deane,
2000).
Sanayi Devrimi ilk kez İngiltere’de ortaya çıkmış, buradan diğer ülkelere devrimin
yöntemleri, teknikleri hızla yayılmıştır. Genelde kabul gören görüş devrimin
1760’larda belirgin hale gelmiş olduğu yönündedir. Oluşumu uzun sürsede
devrim genellikle 1760-1830 yılları arasında İngiltere’de yer alan değişiklikleri
tanımlamaktadır.Ancak bu tarih aralığı içinde sıçrama tahtası olarak, 1780’leri
seçmek daha doğrudur. Çünkü devrimin ortaya çıkışında ve hızlanışında, 1780
sonrası İngiltere’sinde yaşanan iktisadi, sosyal ve tekniksel değişmeler önceki yılların
birikimini harekete geçirerek bir kalkış noktası yaratmıştır (Hobsbawm, 2000;
Kinder & Hilgemann, 2006; Woodruff, 2010). Bu süreçte İngiltere’yi başat unsur
haline getiren dinamikler diğer ülkelerle karşılaştırıldığında onun özgünlüğünü
netleştirmektedir. Zengin demir ve kömür kaynakları, gelişmiş taşıma ve ulaşım
sistemi, kapitalist yapıya pek çok ülkeden daha fazla entegre olmuş kredi ve bankacılık
sistemi, liberalizimden destek alan düşünce sistemi, genişleyen işgücü sermayesi,
daha hırslı ve yetenekli burjuvazi sınıfı, protestanlıktan gelen çalışma ahlakı,
sürekli artan nüfusu ve Adam Smith (1723-1790)’in serbest piyasa ekonomi kritiği
bu dinamiklerdir (Woodruff, 2010).
Aydınlanma döneminin bilimsel ve düşünsel gelişmelerine dikkat ettiğimizde
Fransa’nın bütün ülkelerden daha önde olduğunu söyleyebiliriz. İngiltere, bu
noktada pragmatikliğinin güzel örneklerinden birisini sergilemekteydi. Sanayi
Devrimi’ni yaratan ilk gelişmelere şöyle bir baktığımızda bunların gösterişsiz olduklarını
görmekteyiz, çünkü Sanayi Devrimi’nin gerçekleşebilmesi için düşünsel
bir incelik gerekmemekteydi. Nitekim Devrim’in teknik yenilikleri olan uçan mekik,
iplik büküm aleti, masura makinesi kendi atölyelerinde deneyler yapan zeki
zanaatkarların icatlarıdır. 1764’te iplik eğirme makinesini bulan James Hargreaves
(1720-1778) bir dokumacıydı, 1769’da su tezgahını bulan Richard Arkwright
(1733-1792) bir berber ve peruk imalatçısının oğluydu; 1779’da çıkrık makinesini
tasarlayan Samuel Crompton (1753-1827) bir ip eğiriciydi, 1787’de dokuma sürecini
mekanize hale getiren Edmund Cartwright (1743-1823) bir kasaba papazıydı.
1784’te James Watt’ın (1736-1819) bulduğu devrimin en karmaşık aleti olan buhar
makinesi bile, bilinen fizikten daha fazlasını gerektirmemekteydi (Hobsbawm,
2000; Woodruff, 2010).
İngiltere’de Sanayi Devrimi öncesinde yaşanan bir tarım devriminin olduğunu
unutulmamalısır. İngilizler sağlam idari ve iktisadi sistemlerini, 1650-1750
yılları arasında tarım alanında gerçekleştirdikleri yeniliklerle taçlandırmışlardır.
Mekanik teknikler, suni gübreler, kurutma ve sulama projeleri ziraai alandaki
yeniliklerden bir kısmıdır. Zirai gelişmeler sayesinde İngilizler, ileriki yılların
sanayi nüfusunu besleyip sanayileşmeyi finanse eden, bir ortama sahiptiler ve
tarım başarılı bir sanayileşme için gereken sermayenin büyük bir kısmını sağlamaktaydı.
Uluslararası ticaretin kazandığı yoğunlaşma da diğer ülkelerden ziyade
İngiltere’nin işine yaramaktaydı. 17.yüzyıl ve sonrasında artan ticari potansiyelden
en fazla yararlanan toplum olan İngilizler, uluslararası ticaret sayesinde sanayileşmesi
için gereken hammadeyi bolca dışardan satın alabildiği gibi mamul ürünlerini
de rahatça satabilmekteydi. (Deane, 2000)
Uluslararası ticaret İngiltere’de, sinai ve zirai genişlemeyi finanse etmeyi kolaylaştıran
ekonomik bir fazla yarattı. Liverpool, Glasgow, Manchester, Birmingham
bunların hepsi de gelişimlerini uluslararası ticarete ve sanayileşmeye borçludurlar.
Demiryollarının tam olarak faaliyete geçmediği dönemde İngiltere, taşımacılık
konusunda da diğer ülkelere görece daha şanslıydı. Kentler geliştikçe, karayollarının
yanında alternatif taşımacılık yöntemleri de kendisini göstermeye başlamış,
kanallar tam bu noktada İngiliz ekonomisinin gelişmesi için ihtiyaç duyulan ortama
katkıda bulunmuştur.Kanallar sayesinde insan ve hayvan gücünden büyük
tasarruflar sağlanmış, taşımacılıktan kâr elde eden bir ekonomik sınıf şekillenmiştir.
Malların ülkenin her tarafına düzenli bir şekilde akmasını sağlayarak kanallar,
harhangi bir anda yoldaki malların hacmini azaltarak bozulma ve soygunlardan
kaynaklanan kayıplardan kısmen kurtulmayı mümkün kılmışlardır (Deane, 2000,
Hobsbawm 2003). Bu arada 1756-1763 yılları arasındaki Yedi Yıl Savaşları’nın
etkisi de unutulmamalıdır. Savaşlar sonrasında imzalanan Paris Antlaşması ile
İngiltere, Hindistan ve Kuzey Amerika’da Fransa’ya karşı giriştiği uzun soluklu
mücadeleden galibiyetle ayrılan taraf olmuştur. Bu galibiyet, Kuzey Amerika’da
olmasa da Hindistan’da İngiliz hakimiyetini pekiştirerek bu ülkenin İngiliz pazarı
haline gelmesi için gereken koşulları yaratmıştır. İnglitere, Hindistan’ın muazzam
kaynaklarını sanayisini geliştirirken kullanacaktır (Sander, 2008). Sanayileşmeye
giden süreç içinde merkantilizmin oynadığı rolü de unutmamalıdır. Avrupa’da,
merkezi devletlerin feodaliteyi tasfiye etmesi, merkezi orduların şekillenişinde belirleyici
olmuştur. Tabi bu merkezi orduların ihtiyaçlarının karşılanması için merkezi
otoritenin gelir kaynaklarına ihtiyacı bulunmaktaydı. Bunun içinde merkezi
hazinenin zengin olması, gelir-gider dengesinde açık vermemesi gerekmekteydi.
Zenginliği belirleyen ölçüt ise altın ve gümüştür. Merkezi hazinede ne kadar çok
altın ve gümüş varsa bir ülke o kadar zengindi. Bu sebeple devletler, bütün ekonomik
sistemlerini hazineye olabildiğince fazla altın ve gümüş dahil edip bu altın
ve gümüşün olabildiğince az bir şekilde hazineden çıkışı üstüne kurmuşlardır.
Bunu gerçekleştirebilmek yerli üreticiyi desteklemekten ve dışarıya çok fazla mal
satıp, çok az mal almaktan geçmekteydi. Bu sayede Batı Avrupa’da yerli sermayesi
güçlenen, merkezi otoritenin varlığına bağlı olan, devrim için gereken altyapıyı
hazırlayan ekonomik çevreler şekillenmiştir. 17. ve 18. yüzyılar boyunca bitmek
bilmeyen savaşlar, merkantilist ekonomilerin güçlenmesini sağlayarak Batılı ekonomilerin
yükselişine katkıda bulunmuştur. (Erdem, 2009; Hançerlioğlu,2003;
Kennedy, 2002)
Sanayi Devrimi iki aşamalı bir süreç içinde değerlendirilmiştir. Devrimin
başlangıcından 1870’lere kadar devam eden sürecinde, sanayileşmenin başta İngiltere
olmak üzere Batı Avrupa ile kısmende olsa ABD’ye yayıldığını görmekteyiz.
Tabi bu yayılım öyle ülke ülke olmaktan ziyade bölgesel olmuştur. Makine
kullanımı yaygınlaşmış, tekstili merkeze alan büyük fabrikalar ortaya çıkmıştır.
1820’lerde buharla çalışan birkaç dokuma tezgahı işleten bir kişi, elle çalışan
bir kişinin ürettiğinin yirmi katını üretebiliyordu.Tek bir lokomotif yüzlerce yük
beygirini gerektirecek malı, çok daha hızlı taşıyabiliyordu (Kennedy, 2002: 188).
Kömür bu dönemde fabrikaların temel enerji kaynağıdır. İngiltere zaten zengin
kömür yatakları sayesinde sanayisine ivme kazandırmıştı. 19. yüzyılın ortalarında
İngiltere, yılda yarım milyon tonluk kömür üretimiyle tüm dünya devletlerinin
ürettiğinin beş katı kömüre sahipti. Kömür ile teknolojinin bütünleşmesi önemli
ulaşım araçlarından birisi olan demiryolunu ve lokomotifi yanında getirdi. İşin
açıkçası demiryolu olmadan Sanayi Devrimi’ni düşünebilmek mümkün değildir.
Demiryolu, devrimle özdeşleşmiş, sanayileşmenin etkilerinin hızla yayılmasına
yardımcı olmuştur. İngiltere, 26.000 km’lik demiryolu hattıyla bu alanda yine birincidir.
1830-1850 yılları arasında demiryollarının ateşleyiciliği sayesinde demir
üretimi 680.000 tondan 2.250.000 tona çıktı. Aynı aralıkta kömür üretimi de üç kat
artarak 15 milyon tondan 49 milyon tona ulaştı. (Hobsbawm, 2000: 55; Kinder &
Hilgemann, 2006; Sander, 2008)
Sanayileşmenin siyasi arenaya yansıyışı, önceki yüzyıllardan farklı bir Avrupa
imajı yaratmıştı. Avrupa tarihinde, şehir devletlerinin ve ülkelerinin giriştikleri
uzun soluklu savaşlar her zaman dikkat çekici olmuştur. Sanayileşmenin başlangıcında
da 1800-1815 tarihleri arasındaki Napolyon Savaşları ekseninde, o zamana
kadarki en büyük Avrupa savaşlarından birisi yaşanmıştır. Ancak 1815 Viyana
Kongresi sonrasında işler değişmiştir. Avrupalılar kendi aralarında savaşmaya bir
süre ara vermişlerdir. Çünkü Sanayi Devrimi’nin ilk etkileri artık kendisini küresel
düzeyde hissettirecek boyutlara ulaşmış, Avrupalılar kendi aralarında savaşmak
yerine diğer uygarlıkları sömürgeleştirme yolunu tercih etmişlerdir. Böylece
19.yüzyılın son çeyreğine yaklaşırken neredeyse Batı’nın sömürüsü haline gelmeyen
bölge kalmamıştır (Ferro, 2002; Hobsbawm, 2000).
Devrim’in ikinci aşaması 1870’lerde başlamıştır. Sanayileşmeyle sömürgeciliğin
bütünleşmesi sonrasında ortaya çıkan sermaye birikimi, siyasi konjoktürdeki
gelişmelere de paralel olarak devrimin yeni bir sürece girmesine yol açmıştır. Bu
dönemde bilim ve tekniğin sanayiye uygulanması belirleyici noktadır. Yeni icatların
sanayiye uygulanmasıyla bir taraftan üretim kapasitesinde büyük artışlar
yaşanırken, diğer taraftan da insan hayatını kolaylaştıran pek çok yenilik günlük
hayata dahil olmuştur. Artık sanayi alanındaki gelişmelere, bireysel çabalardan
ziyade devletin tüm olanaklarıyla desteklediği ve örgütlediği büyük zengin
Yeni ve Yakınçağ 425
kuruluşlar hakim olmuştur.Teknolojik süreçlerle sıkı ilişkiler kuran mühendisler
ve bilim adamları tarafından çok iyi şekilde donatılmış labaratuvarlarda yürütülen
araştırmalar, sanayileşmenin merkezindedir. (McNeill 2007; Sander, 2008) Pek
çok modern sanayi kurumu, bilimsel gelişmelerin ışığı altında ortaya çıkmıştır.
Almanya kimyasal madde ve elektirikte, içten yanmalı ve dizel motorların geliştirilmesinde;
İngiltere sentetik boya, Besemer çelik dönüştürücüsünde; ABD ise
telefon, elektirikli aydınlatma, ilk uçak, ilk seri üretim araba, ilk genel amaçlı bilgisayar
ve ilk transistörün icadında rol oynamıştı. Bu ilk dalga sonrasında antibiyotik,
moleküler biyoloji, genetik mühendisliği, nükleer füzyon, jet ve roketler,
otomasyon, bilgisayar… sanayi-bilim ortaklığının sonucunda insanların ve devletlerin
yaşamında yer edinmiştir (Woodruff, 2010). Sanayileşmenin ikinci aşamasında
temel hammadde ve enerji kaynaklarında da değişiklik meydana gelmiştir.
Kömür ve demirin yanında çelik, petrol, elektirik ve kimyasal maddeler de sürece
dahil edilmiştir. Özellikle çeliğin yarattığı değişim muazzamdır. Çelik sayesinde,
hem daha sağlam demiryolu hatları hem de daha sağlam binalar ve savaş araçları
ortaya çıkmıştır.1850-1880 arasında 4 milyon tondan 18 milyon tona çıkan çelik
üretimi , 1890’da 27 milyon 1900’de ise 41 milyon ton olacaktır. (Tanilli, 1997:146).
Özellikle demiryolu, siyasetteki ve insan zihnindeki yerini bu dönemde tam olarak
elde etti. 1860-1913 arasında, İngiltere demiryolu uzunluğunu iki katına, Fransa
dört, Almanya altı katına çıkartmıştı. Demiryolları Tolstoy’dan Jack London’a değişen,
sanayileşen dünyayı anlatan dönem edebiyatının temel simgelerinden birisi
olmuştur. Yine Almanya ve Rusya gibi merkezi otoritesinde ulaşımdan kaynaklanan
bölünmüşlükler yaşayan ülkeler, demiryolları sayesinde birliklerini sağlamış
ya da merkezi devletlerini, bürokrasilerini kuvvetlendirmişlerdir. Lokomotiflerin
hızı da bu arada artar. İngiltere’de 1850 yılında saatte ortalama 28 kilometre yapan
lokomotifler 1880’de 74 kilometreye çıkmıştır. İletişimdeki gelişmeler de ulaşım
alanındaki gelişmeler kadar önemliydi. 1837 yılında icat edilen telli telgraf döşenmesi
kolay olduğundan Batı dünyasında hızla yayıldı.1866’da Atlantik’i boydan
boya aşan ilk telgraf kablosu çekildi.1895’te ise Guglielmo Marconi’nin denemeleriyle
ilk radyo frekansı çalışması yapıldı. Havacılıktaki gelişmeyse 1783’te
Lyon’da ilk sıcak hava balonunun denenmesiyle başladı. Ama bu alandaki hızlı
gelişmeler için 20.yüzyılı beklemek gerekecekti. Zeplingler başlarda havaya hakim
durumdaydı. 1903’te Wright kardeşlerin petrolle çalışan insanlı uçuşu geliştirmeleriyle
uçaklar tarih sahnesine adımlarını attılar.Ancak uçakların sanayileşmeye
ve insanlığa katkıları için İkinci Dünya Savaşı ve sonrasını beklemek gerekecektir.
Okayanuslardaki gelişmeler daha yavaş bir gelişim seyri izledi. Devrimin ilk aşamasında
Robert Fulton, 1807 gibi erken bir tarihte ilk buharlı gemiyi yapmıştı.
Ancak buharlı gemilerin taşımacılıkta yaygınlaşması için 19.yüzyılın son çeyreğini
beklemek gerekecektir.Tabi okyanus taşımacılığındaki gelişemeler sadece gemi
teknolojisindeki ilerlemelere paralel değildi. Gelişen tekniksel yenilikler ışında
1869’da Süveyş Kanalı, 1914’te ise Panama Kanalı açılmıştır (Armaoğlu, 2003; Davies,
2006; Dudley,1997; Kinder & Hilgemann, 2006; McNeill,2007; Sander, 2008;
Tanilli, 1997).
1815 sonrasında başlayan sürecin milli birliklerini tamamlayarak hızla sanayileşen
Almanya ve İtalya’nın sömürge yarışına dahil olmalarıyla farklılaşması,
militarizmin ve emperyazlimin güç kazanmasında rol oynamıştır. Bu iki devletin,
sömürgeler üstündeki mevcut statükoyu tanımayarak, bu statükonun kendi
lehlerine uygun bir şekilde değiştirilmesini istemeleri dünya savaşlarına neden
olmuştur. Öyleki Alman sanayisi hızla Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri üstünde
hakim olmaya başlayınca, 1890-1914 tarihleri arasında Fransız, İngiliz ve Belçika
yatırımları, Rus sanayisinin gelişimine katkıda bulunarak Alman yükselişinin
karşısına Rusya’yı çıkartmaya çalışacaklardır. Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan silah
teknolojisi devletlerin, toplum üstündeki hakimiyetlerini arttırmalarına yardımcı
olarak totaliter, militer yapıları da biçimlendirmiştir. Devletler, gelişen eğitim ve
basım-yayım kuruluşları aracılığıyla bireyleri militaristleştirmişlerdir. Sanayileşmenin
ilk aşamasının sonuçlarından birisi olan üretim fazlası ve bu fazlalıktan
kaynaklanan 1873-1895 yılları arasındaki depresyon, ikinci dönem sanayi kuruluşlarının
biçimlenmesinde dikkat çekici bir rol oynamıştır. Sanayileşmeyle gelen
yeni makineleri alacak mali gücü olmayan küçük aile işletmeleri, tekelleşme tarafından
yutulmuş, geniş çaplı tröstler,karteller ekonomik sisteme egemen olmuşlardır.(
Davies, 2006; Kennedy, 2002; Sander, 2008).
Sanayi Devrimi’nin sonuçları ve etkileri, uygarlık tarihini dönüştüren olaylara
ve gelişmelere yol açmış, insanlık bu devrim sonrasında tarihinin en hızlı farklılaşma
sürecine girmiştir. Sanayileşme, en başta feodal sistemin tam olarak tasfiyesi
için gereken altyapıyı hazırlamış, Rönesans-Reformla başlayıp Aydınlanma ve
Fransız Devrimi’ne ulaşan laikleşmenin, daha geniş alanlara skolâstik felsefenin
gücünü kıracak şekilde yayılmasını sağlamıştır. Artık, bilgi sadece ekonomik gücü
yerinde olanları kapsayan, onların rahata ulaşmalarını, aydınlanmalarını sağlayan
bir unsur değildir. Bilgi, değişen yenidünya düzeninde, milliyetçilik, sosyalizm,
pozitivizm ışığı altında kitleye ulaşarak onu günlük siyasete dâhil eden anahtar
güçtür. Kısacası sanayileşme, 15.yüzyılda başlayıp insanı yeniden düşünsel özgürlüğe
kavuşturan Rönesans ve Reform’un, iktisadi dönüşüm paralelinde etkisinin
daha da derinleştiği bir süreci ifade eder. Kitle, artık köye ya da toprağa bağlı olan,
geçmişte olduğu gibi verilenle yetinen bir güç değildir. Tüm bunların ötesinde sanayileşme
kitleyi, feodal sistemden kurtararak kapitalizmin ihtiyaç duyduğu emek
gücü haline getirmiştir. Yani burjuvazinin yanında proletaryayı yaratmıştır. Proletarya,
silinen eski zanaat yapılarından ya da kırsal kesimden göçmüş serften farklı
durumdadır. Bu yeni emek gücü fabrika sistemine dâhil olan uzmanlaşmış, belirli
gün ve saatlerde, belirli ücret karşılığında çalışan; haklarını elde edebilme ve ça-
lışma koşullarını düzenleyebilmek için sendikalar etrafında örgütlenen bir güçtür.
Ama bu güç, burjuvaziyle karşılaştırıldığında derin bir eşitsizliğin kıskacındadır.
Avrupa’da ortalama maddi koşullar gelişmekteydi; fakat bir tarafta inanılmaz
zenginlik diğer tarafta ise inanılmaz yoksulluk bulunmaktaydı. Aslında maddi olarak
kalkınan, psikolojik olarak ise Freud’u yaratan bir ortam söz konusuydu. İşte
bu ortam, burjuvazinin düşünce akımı olan liberalizmin karşısına, kapitalist sistemi
eleştiren sosyalizmi çıkartacaktı. Marks (1818–1883) ve Engels (1820–1895),
sanayileşmenin ekonomik ve sosyal boyutlarını inceleyip burjuvazi ve mülkiyet
karşıtı Marksist terminolojiyi yaratarak tarihsel materyalizmden yararlanan bir
devrim ideolojisi oluşturmuşlardır. Sanayileşme öncesinin emek gücü kaderci
olduğu için kendisine verilen görevi günlük ihtiyaçlarının karşılanması, güvenliğinin
sağlanması koşuluyla yerine getirmekteydi. Oysa sanayileşme sonrasının
emek gücü, patronun kendisine uygun gördüğü ücreti ve çalışma saatlerini körü
körüne kabul eden bir tip değildir. Sosyalizmden hareket eden işçiler, sabotaj, işe
devamsızlık, aşırma ve hayallere dalma yoluyla hem gayri resmi biçimde hem de
sendikacılık ve diğer politik etkinlikler biçiminde daha örgütlü tarzda tepki gösterdiler.
Bu direniş çalışma koşullarının değiştirilmesine katkıda bulundu (Bilton
& Bonnett, 2008; Erdem, 2009; Hobsbawm,2003; Tanilli, 2006).
Bu yeni sınıfsal yapıda kadının yeri ise bir önceki döneme göre daha farklıdır.
Geleneksel yaşam biçiminde kadının aile içindeki görevi daha belirgindir.
Ancak sanayileşmeyle birlikte yeni sürece kadın sadece işçi olarak dâhil olmamakta,
geleneksel anne ve hizmetçi rolüne de devam etmekteydi. Yani kadın sadece
proletarya-burjuvazi ayrımından kaynaklanan sorunlarla boğuşmuyor, bunların
ötesinde fiziki güçsüzlüğü ile de boğuşuyordu. Elbette gelişen sanayi ve bilgi toplumunda
kadın, modern dünyada kendisini daha rahat ifade etmesini sağlayan
siyasal ideolojileri de geliştirecek, feminizm ortaya çıkacaktır. Bu arada ulus devletlerin
merkezi gücü haline gelen burjuvazi de kendi içinde alt, orta ve üst olarak
ayrılmış durumdaydı. Özellikle orta sınıf dikkat çekmektedir. Bu orta sınıfın
en yaygın özelliklerinden birisi evde hizmetçi çalıştırmasıdır. İngiltere örneğinde
hizmetçilerin sayısı 1851’de 900.000 iken 1871’de 1,4 milyona çıkmıştır. Bu arada
burjuvazi, kendi giyim tarzını yaratarak dünya ölçeğinde kendisini diğer sınıfsal
yapılardan ayırmaktaydı. Burjuvazi gömlek ve kasketi ile dolaşan halk adamından
redingotu ile ayırır kendini, iskarpinleri, bağcıklı potinleri ya da ince deriden çizmeleri
ve kravatı vardır. (Davies, 2006; Hobsbawm,2003:145; Tanilli,1997).
Sanayileşme zirai üretimdeki ve tıptaki gelişmelere paralel olarak hızlı bir
nüfus artışına da yol açtı. Artış özellikle gelişen ülkelerde kendisini hissetirmiştir.
Avrupa’nın nüfus artışı doğal artışa bağlıydı. Avrupa nüfusu 1750’de 140 milyonken,
1800’de 187 milyona, 1850’de 266 milyona çıktı; Asya’nın 1750’de 400
milyon olan nüfusu, yüzyıl sonra bir patlama göstererek yaklaşık 700 milyona
428 Uygarlık Tarihi
yükseldi. (Hobsbawm, 2000) Nüfus artışının iki temel etkisi dikkat çekicidir. Bunlardan
ilki göç olgusudur. İlk etapta köyden kente göç ilerleyen süreçte ise ülkeden
ülkeye göç yaşanmıştır. İkinci olgu ise şehirleşmedir. Gelişen yeni teknikler
sayesinde kentler, 19.yüzyıldan itibaren hızla büyümeye başladı. Sanayileşmenin
getirdiği yeni iş olanaklarının kentlerde toplanması zaten iç göçün temel nedeniydi.
Fransa’da,1846-1896 nüfus sayımlarında, kentsel artış 6.379.000 kişidir; ilgi
çeken nokta bu sayının 3.261.000 köyden kente göçten kaynaklanmasıdır (Tanilli;
1997:13). 1871’de nüfusu 100.000 çok olan Alman kenti sayısı 8 taneydi. Bu
sayı 1900’de 33’e 1910’da 48’e yükselmiştir. (Sander, 2008:215) Ancak, bu iç göç ve
şehirleşme 19.yüzyıl kentlerinin karanlık bir ortama sahip olmasında belirleyici
oldu. Ülkeler gelişiyordu; ama gelir dağılımındaki adaletsizlik, çocuk işçi problemi,
insanlık dışı çalışma saatleri ve kenar mahallelerin acınası durumu gelişimin
niteliğini açığa çıkartmaktaydı. Kentlerde artan yoksulluğun yarattığı yeni
organize suç biçimleri, profesyonel polis gücü fikrini ve polisiye romanları yarattı.
Göçün dışsal boyutu ise çok daha farklı sonuçlara yol açtı. Özellikle ABD, gelişen
sanayisi için ihtiyaç duyduğu iş gücünü, dört bir taraftan gelen göçmenlerden
yararlanarak karşılayıp Amerikan vatandaşlığı kavramını yarattı. 19.yüzyılın son
çeyreğinde sadece Avrupa’dan ABD’ye 25 milyon göçmen gitmişti. Şehirleşme sanayileşme
paralelinde modern anlamda tüketiciyi de yaratmıştır. Tatil günlerinin
belirginleşmesiyle dinlenmeye ayrılan günlerin düzenli hale gelmesi, şehirlerde
zengin eğlence mekanlarının ortaya çıkmasına sebep olmuş, bu da tüketimin şekil
değiştirmesiyle sonuçlanmıştır. Mağazalar, müzik salonları, barlar, birahaneler, sinemalar
ticari kentsel boş zaman kültürünün gelişimine katkıda bulunmuştur. Artık
sanayileşmenin önce ülkesel bazda daha sonra ise küresel bazda kontrolsüzce
tüketen kitlelerinin ortaya çıktığını görmekteyiz (Bilton&Bonnett, 2008; Davies,
2006).
Sanayileşme dendiğinde ele alınması gereken bir başka kavram ise modernleşmedir.
Batı’nın 15.yüzyıldan itibaren fikirsel, sosyal ve ekonomiksel açıdan
farklılaşması, sanayileşme sonrasında hem daha üst boyutlara ulaşmış hem de
diğer uygarlıklara yayılmıştır. Özellikle 19.yüzyıldan itibaren Batı kendisini gelişen,
çevresinde bulunan uygarlıkları ise geri kalan olarak tanımlamıştır. Zaten bu
tanımlama sömürgecilik ve sonrasındaki emperyalizm bağlamında Batı’nın diğer
uygarlıklara yayılmasını sağlayarak Batı’da ilk sanayi toplumunu oluşturmuştur.
Burada sanayi toplumu tarıma dayalı geleneksel toplumlardan, makine üretimine
ve mal mübadelesine dayanan topluma geçişi ifade eder. Bu toplumda çatışma ve
gerilemeler vardır; ancak bunlar sanayi düzeninin sunduğu maddi refah ve geleneksel
kısıtlamaların gevşemesiyle dengelenebilmektedir. Bu toplum, ayrıca parlementer
hükümetin egemen olduğu iki ya da daha fazla partinin, siyasal iktidar
için birbirleriyle yarıştığı bir toplumdur. Batılı düşünce sistemini almak, Batılı gibi
Yeni ve Yakınçağ 429
giyinmek, Batılının hayatını kolaylaştıran teknik yenilikleri takip etmek, modernleşmenin
anahtarı olarak görüldüğünden Batı dışı toplumlar, geri kalmışlıklarını
Batı ile özdeşleştirerek modernleşmenin batılı olmaktan geçtiğine inanmışlardır.
Böylece Batı dışı toplumlarda bir Batı’yı yakalama ya da geleneklerine bağlılık çerçevesinde
ona direnme kaygısı ortaya çıkmıştır. Japonya, Batı karşısında direnebilmek
için Batı’yı anlama yolunu seçerek, modernleşme sürecine girmiş, Batı’nın
tekniğini, sanayisini onun altında yatan düşünceyi de alarak 20.yüzyılın Batı dışı
en büyük ekonomisi, askeri gücü haline gelmiştir. Çin’de ise durum çok daha farklı
gelişmiş, mandarinlerin gelenekçi düşüncesi, Batı’ya karşı onu reddetme noktasında
bir direniş yaratarak bu ülkeyi 20.yüzyılın ortalarına kadar süren iç ve dış
çatışmalara maruz bırakmıştır. Türkiye gibi 20.yüzyıla yarı sömürge olarak giren
ülkelerdeyse modern topluma dahil olma kaygısı geleneklerle, modern değerler
arasında bir çatışma yaratarak kültürel ikililiğin sınırlarının genişlemesine sebep
olmuştur (Aron, 1974; Bilton&Bonnett, 2008; Davies, 2006; Erdem, 2009; Kinder
& Hilgemann, 2006).
Sanayi Devrimi ve sonrasında başlayan sanayileşme süreci, günümüzün bilimsel,
tekniksel, toplumsal, siyasal ve ekonomiksel gelişmelerinin belirleyici unsurudur.
Sanayileşmeyle birlikte insanoğlu bugünkü seviyesine ulaşmıştır. Yeni
araştırmalar, keşifler sayesinde bir yandan bilgisayar, internet diğer yandan ise
çeşitli hastalıklara çare bulan tıbbi gelişmeler, yaşamımıza dahil olarak onu kolaylaştırmışlardır.
Özellikle bilgi teknolojisinde yaşanan hızlı gelişmeler ışığında
ulusların, toplumların bütünleşmesi ve insan kavramının daha derin irdelenmesi,
sanayileşme sürecinin günümüze yansımalarındandır. Elbette sanayileşmenin,
militarizmle iç içe geçmesi sonrasında yaşanan iki dünya savaşının etkileri unutumamalıdır.
Sonuç olarak, sanayileşme sürecinin bilim ve teknik alanındaki gelişmeleri
kapitalizm ekseninde günlük yaşamın kolaylaştırılmasında rol oynamaktadır. Ancak
yenilikler, keşifler sadece daha ileri televizyonlar, bilgisayarlar ya da cep telefonlarının
üretilmesiyle sınırlı kalmamaktadır. Silah sanayisinin yüksek üretim
düzeylerine ulaşmasında, biyolojik ya da kimyasal yeni silahların üretilmesinde
ve bunların satılmasında, sanayileşme sürecinin doğrudan katkısı bulunmaktadır.
Görüldüğü üzere sanayileşmenin insan hayatına getirdiği ya da getireceği
olumlu,olumsuz değişmeler ve gelişmeler bulunmaktadır. Ancak burada önemli
olan toplumların bu olumlu,olumsuz değişmeleri ve gelişmeleri çözerken gösterecekleri
iradedir.
Yorumlar
Yorum Gönder