ORTAÇAĞ İSLAM FELSEFESİ

BAŞLANGIÇ METNİ: İSLAM DÜNYASI'NDA BİLİM ve GELİŞİMİ METNE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ.

İslam Felsefesinin Temel Özellikleri:

Bilim:

https://onedio.com/haber/unutulmus-bir-hazine-islam-dunyasinda-yetismis-herkesin-bilmesi-gereken-17-buyuk-bilgin-744949

 

İslamiyet öncesi dönemde Doğu’daki çeşitli merkezlerde (Antakya, Harran, İran ve İskenderiye gibi) açılan okullarda Antik Yunan felsefesine dair çeviriler yapılmıştır. Özellikle Yunan (Grekçe) dilinden Süryaniceye yapılan çeviriler, Doğu ile Batı arasındaki coğrafyayı Antik Yunan felsefesiyle tanıştırmıştır.

İslam medeniyetinin hızla yayılması çok farklı kültürlerin birbiriyle etkileşim kurmasını sağlamış; bilim, sanat ve felsefede önemli gelişmeler oluşturmuştur. Özellikle Bağdat bu gelişmelerin merkezi konumuna gelmiştir (Görsel 2.3).

Görsel 2.3: el-Vasiti Bağdat Okulu minyatür eseri

İslam felsefesi; MS 7-12. yüzyıl arasında İslam dininin kabul gördüğü, bünyesinde farklı milletlerin bulunduğu geniş bir coğrafyada ortaya çıkmış ve yayılmıştır.

İslam düşünürlerinin Antik Yunan felsefesi üzerine düşünme ürünleri oluşturması, Batı’nın tekrar Antik Yunan felsefesinden etkilenmesine neden olmuş ve bu durum, zamanla Batı’da Rönesans’ın oluşmasına zemin hazırlamıştır.

İslam coğrafyasında ilim açısından elverişli ortam, İslami ilimler dışında çeşitli bilimsel ve felsefi çalışmaların yapılmasını sağlamıştır. İslam felsefesi, sadece Müslümanların geliştirdiği bir felsefe değildir.

İslam coğrafyasında yaşayan farklı dinlere mensup veya herhangi bir dine mensup olmayan filozofların yapmış olduğu felsefi çalışmalar da İslam felsefesi altında incelenir. Dolayısıyla İslam coğrafyasında çeşitli felsefi görüşler ve bunların etrafında şekillenen okullar vardır.

İslam Felsefesinin Genel Özellikleri

  • Antik Yunan felsefesinden etkilenilmiştir.
  • Akıl, iman ve inanç gibi konular tartışılmıştır.
  • İslam felsefesinden önceki problemler tartışılmıştır.
  • Çeviri faaliyetleri yapılmıştır.
  • Felsefeyi gelişimine katkı sağlanmıştır..
  • Batı felsefesini etkilemişlerdir.

İSLAM FELSEFESİNDE BAZI FELSEFİ GÖRÜŞLER

Natüralistler (Tabiyyun)

Aklı tecrübeden çıkaran ve bilgilerin duyumlar aracılığıyla kazanıldığını savunan görüştür. Bu görüş, Tanrı ile insan arasında aracı kabul etmeyen deist yaklaşımı sergiler. Razi, önemli temsilcilerindendir.

Dehriyye (Materyalist)

Gerçek olan tek şeyin madde, onun da ezelî ve ebedî olduğunu savunan görüştür. Dolayısıyla bu akım filozofları Tanrı’nın varlığını kabul etmez. İbnü’r Râvendi, önemli temsilcilerindendir.

Bâtınilik

Kutsal kitapların görünenden ziyade harf ve sözcüklerinden gizli manalar çıkaran görüştür. İbn Meymûn, önemli temsilcilerindendir.

İhvanı Safa

Çeşitli alanlardaki düşüncelerden bir ansiklopedi meydana getirerek tüm ilimleri bir yerde toplamaya çalışan cemiyettir. İhvanı Safa felsefecileri, insanın ilahî kanunlara uygun ve erdemli yaşaması gerektiği görüşündedirler. İslam ansiklopedicileri olarak da bilinirler.

Meşşailik Felsefesi

İslam esaslarına bağlı, başta Aristoteles etkisinde ve kısmen de Platon felsefesini içeren mantık ve matematik temelli bir felsefi yaklaşımdır. Akla dayalı inancı savunur. El Kindi, Fârâbî ve İbn Rüşd gibi filozoflar önemli temsilcileridir.

İşrakilik Felsefesi

Mantığa dayalı bilginin değil mistik tecrübeye dayalı bilginin hakikati vereceğini savunan görüştür. İşrakiye, güneşin doğarak ışığın yayılması anlamına gelir. Güneşin eşyayı karanlıktan aydınlığa çıkardığı gibi manevi sezginin de insanı aydınlattığını savunur. Şahabettin Sühreverdi, önemli temsilcilerindendir.

 

 

İSLAMİ BİLİMLER:

 

Hz. Muhammed’in sözleri ve işlemleri  Hadîs bilimi, kutsal kitabın açık olmayan sözlerini

yorumlama gereğinden Tefsir bilimi, yeni koşullara uygun bir hukuk

gereğinden Fıkıh bilimi, aykırı anlayışlar arasındaki tartışma gereğinden Kelam

bilimi, kutsal kitabın ve peygamber sözlerinin gizli anlamlarını araştırma

gereğinden Tasavvuf bilimi... İslam düşüncesinde Kelam açık felsefenin, Tasavvuf

gizli felsefenin oluşma alanıdır.

İzafiyet teorisinin fikir babası, filozof, matematikçi, fizikçi, astronom, hekim, coğrafyacı, müzikolog (D. 800, Kufe / Irak –Ö. 873, Bağdat (Irak). Tam adı Ebu Yusuf Yakup İshak El-Kindi.  İslam toplumunda kelâm hareketinin yanı sıra bir de felsefe hareketini başlattığı için ilk İslam filozofu unvanını alan Kindî soylu bir ailenin çocuğu olarak Kûfe’de doğdu, büyük ölçüde Bağdat'ta yetişti.

Halife Mütevekkil tarafından resmi olarak bir hattat olarak görevlendirildi. Halifeyle önceleri anlaşamadı, araları sonraları düzeldi. Avrupa'da Alkhindius, Alchandrinus olarak da bilinen Kindî, çağının öğrenim geleneğine uygun olarak ilk önce verilen dini eğitimini Irak'ta tamamladı. Daha sonra, döneminin bilim ve kültür merkezlerinden olan Basra ve Bağdat'ta fizik, matematik, felsefe, kimya, tıp ve astronomi eğitimi gördü.

El Kindî, psikofizyoloji, rölativite vb. konularda ortaya koyduğu konularla Orta Çağ bilim tarihine önemli yenilikler getirmiştir.

El Kindi, şu beş özellik ve imkâna sahip olmayanların felsefede başarılı olamayacağını söylemiştir:

1-Üstün bir zekâ, 2- Kesintiye uğramayan bir arzu, 3- Güçlü bir sabır, 4- Çok iyi bir sunum yeteneği, 5- Uzun bir zaman.

El-Kindi, felsefe, matematik, fizik, astronomi, tıp, coğrafya ve müzik gibi çeşitli alanlarda yetişmiş ve bu bilimlere katkılarda bulunmuştur. Halife Mütevekkil döneminde, ölünceye kadar yaşadığı Bağdat’ta,  873 yılında vefat etmiştir.

Felsefeden tıbba, matematikten astronomiye, ilahiyattan siyasete, psikolojiden diyalektiğe, astrolojiden kehânete kadar çeşitli alanlarda sayıları 277’yi bulan eserleri içinde

kendine ait olduğu kesin olan ve bugün bilenen eserleri şunlardır:

AKIL ÖĞRETİSİ

Kındî, aklı varlığın hakikatini kavrayan cevher olarak isimlendirir. Aristoteles’den feyz alarak dört çeşit akıldan bahseder;
1. Sürekli Fiil Hâlindeki Akıl: Akıllar düzeyindeki ilk akıldır. Verebilen ve aktif/var olan akıldır.

2. Bilkuvve Akıl: İnsanla birlikte var olan akıldır.

3. Müstefad Akıl (kazanılmış olan): Nefsin önceden edindiği bilgi. Dilediği zaman ortaya çıkan beceridir. Örneğin, yabancı dil bilen birinin hava alanında yabancı dil konuşması gibi.

4. Beyani (zahir) Akıl: Bilgilendirmek için neftse mevcuttur, dinamiktir.

 

FARABi (870-950) Türk-islam düşünürü... İslam disiplini içinde yetişmiş Türk düşünürlerinin en büyüğüdür.
Aristoteles mantığına dayanan usçu bir metafizik oluşturmuştur. Amacı, Aristoteles'i, biraz da Plotinos'un yardımıyla, İslam diniyle uzlaştırmaktı... Bununla da yetinmemiş, İslam dinini de bilimle uzlaştırmaya çalışmıştır.
Önceleri Türkistan'da kadılık yaptı, sonra kendini büsbütün felsefeye verdi. Anadili olan Türkçe kadar Arapça, Farsça, Süryanice ve Yunanca biliyordu. Aynı zamanda hekim ve müzikçiydi. Yüzden çok kitap yazmış; Aristoteles, Platon, Zenon, Plotinos gibi Yunan düşünürlerini yorumlamış, bunların görüşlerine kendi görüşlerini katmıştır.
İbni Sina ve İbni Rüşd, onun manevi öğrencileridir, ama Farabi'nin ünü onlar kadar yayılamamıştır.
(Orhan Hançerlioğlu)

Farabi'nin felsefesi özetle şudur: İslam felsefesine zihinciliği getirmekle kalmamış, bu felsefenin ilk kez kapılarını açan da kendisi olmuştur. O, metafiziğe mantık yoluyle ulaşmış, İslam diniyle felsefe arasında sıkı bir ilişki kurmuştur.
(Cemil Sena)

***

FARABi: "Hiç bir şey kendi kendisinin nedeni olamaz. Çünkü, nedenin kendisi, oluşandan öncedir."

***

"Hiç bir şey kendiliğinden yok olmaz, böyle olsaydı, var olmazdı."

***

"Erdemlerin en büyüğü bilimdir."

***

"İnsan, bazen bir tesadüfle güzel işler yapar. Bazen de bu güzel işleri isteyerek değil, herhangi bir baskı altında yapmış olur. Böyle yapılan işler, mutluluk getirmez."

***

El-Farabi'nin Hayatı, Felsefi ve Sosyo-Politik Görüşleri: 
Ebu Nasır Muhammed bin Muhammed bin Tarhan bin Uzlug El-Farabi (879-950) (batıda Alpharabus), Sır-ı Derya’da Faraba şehrinde doğdu. Aristo’nun derin bilgiç çalışmacısı, matematikçi ve doktor olarak ün kazandı. Aristo’nun ve yeni platoncuların çalışmalarının Suriye’li çevirmen ve yorumcularıyla daha yakından tanışmak için Bağdat, Şam, Harran ve Halep’i ziyaret etti.

El-Farabi, gerçek Aristo’yu tanıdı ve felsefenin gelişme yolunu aristotelesçilik tarafına çevirmeyi amaç edindi. Onun çeşitli yorumcular tarafından ileri sürülen mistik katmanlardan Yunan düşünürlerin öğretisini serbest bırakmayı başardığını söylemek gerekir. Ona henüz hayattayken ortadoğuda “İkinci Aristo” adını vermeleri bir tesadüf değildir.

El-Farabi’nin mirası son derece büyük ve çeşitliydi. O zamanlar tanınmış bütün bilimadamlarının yanısıra ahlâk, politika, psikoloji, doğa ve müziği öğrendi. Ama ilk sırada felsefe ve özellikle mantık vardı. Onun mantık alanındaki çalışmaları, kendisine yakındoğunun bütün ülkelerinde geniş bir ün kazandırdı.

El-Farabi, henüz bazılarını tanıdığımız doğa bilimleri ve felsefe tarihi alanında yaklaşık 100 eser yazdı. Felsefi çalışmalarının önemli bir kısmı, Aristo felsefesinin öğrenimiyle bağlantılıdır.

El-Farabi, “Gökyüzünün Hareketi” adlı çalışmasını ve psikoloji alanında “Ruh Hakkında”, “Ruhun Gücü Hakkında”, “Çokluk ve Teklik Hakkında”, “Akıl ve Bilinç” tezlerini de yazdı. Bu eserlerin bir kısmı Latince’ye çevrildi ve XVII. yy.a kadar geldi. El-Farabi, yakındoğuda ünlü olan müzik eserleri de verdi.

El-Farabi’nin felsefi görüşlerinin analizi için, onun biliminin bölümlerini incelemek gerekir. El-Farabi şöyle yazar : “Bütün bilimlerin başı olarak eşyalara isim veren, yani cevher kazandıran dilbiliminin olduğunu iddia ediyorum. İkinci bilim gramerdir : O, belirtilen eşyalara nasıl isim verileceğini, konuşma ve sözün nasıl oluşacağını, cevher durumunun ve bu sonuçtan çıkan aksanın nasıl ifade edileceğini öğretir. Üçüncü bilim mantıktır : O, mantık figürlerine göre bilinmeyeni bilmemiz ve neyin gerçek, neyin yalan olduğunu anlamamız sayesinde onlardan yargı çıkarmak için hikâye cümlelerinin nasıl kullanılacağını öğretir. Dördüncü bilim şiirdir.” Sonra El-Farabi öğretim bilimlerini sayar :

“a) Sayı bilimleri (teorik ve pratik),
Geometri,
Seyir bilimi,
Astroloji,
Ağırlık bilimi

Beşinci bilim, fiziksel cisimler ve olayların (fiziksel cisimler gök, toprak ve onların arasında bitkiler ve hayvanlardır) bilimi olan fiziktir. Onda doğal ahengini sürdüren 7 kısım vardır : Gök, toprak, ölüm, mineraller, bitkiler, hayvanlar ve ruh. Altıncı bilim, üç kısımdan oluşan metafiziktir :

Gerçek eşyalarla oluşan gerçek dünyanın incelenmesi,
Özel teorik bilimlerde kanıt prensiplerinin incelenmesi,
Cisimden oluşmayan ve cisimde son bulmayan gerçek nesnelerin incelenmesi.

Yedinci bilim, çeşitli hareket tiplerini ve insan isteklerinin hareketlerini, hareketi oluşturan ve gelenekleri kullanan belirli amaçları inceleyen devlet bilimidir. Bu bilim iki kısımdan oluşur :

a) Mutluluğun belirlenmesi,
b) Karakter özelliklerinin, hayat ve hareket yapısının belirlenmesi.

Sekizinci bilim Müslümanlık hakkı ve dokuzuncu bilim de ilahiyattır.”

El-Farabi’nin ileri sürdüğü bilimlerin sınıflandırılması, Aristo’nun incelediği tarzın aynısıdır. Aristo’nun bilim sınıflandırmasını güçlü bir şekilde destekleyen El-Farabi, tarihi duruma göre Müslümanlık ve ilahiyat bilimlerini içine alır. Bu, en şiddetli fikir savaşı halini alanların çevresinde felsefi problemler içinde, Yunan okullarında doğa bilimleri örneğinde temelde çözümlenen, yakın ve ortadoğu ülkelerinde de İslâm dinine göre çözümlenen tek ve genel problem olmasıyla açıklanır.

El-Farabi’ye göre bütün beden, ilk madde ve biçimden oluşur. Biçimin temeli, biçimi taşıması için yaratılan maddedir. Madde, değişim ve gelişimi içinde ilk nedenden bağımsız ve sonsuzdur.

El-Farabi’ye göre dünya, gerekli bir sıra halinde basamaklar yoluyla biçim ve maddenin oluştuğu ilahi bir yerdir. El-Farabi, Tanrı’yı doğanın kendi kendine, onun süreçlerinin ise karakter bakımından doğal olduğunun altını çizerek ilk nedenden dünya yapısı olarak farzeder. Maddenin, biçiminin değişmesine rağmen sürekli bir temeli olduğunu söyler.

 

Dünya, El-Farabi’ye göre maddi cisimlerden oluşur : Ateş, su, toprak ve onlarla aynı türden buhar, alev, taşlar ve onlarla aynı tür cisimler, bitkiler, hayvanlar. Akıldan yoksun ve akıllı canlılara doğal cisimler adını verir.

El-Farabi, bütün doğa olaylarını, doğa kanunlarından yola çıkarak açıklamaya çalışır. Şöyle yazar : “Bütün gök cisimleri, özellikle harekete geçmeleri sayesinde genel bir doğaya sahiptirler.”

Bilimadamı, bütün doğa olaylarının nedenlerini gök cisimlerinin yer değiştirmelerinde arayan astrologları eleştirir. Sanki bazı yıldızların mutluluk, diğerlerinin de mutsuzluk getirdiği düşüncesini yanlış sayar. Gökyüzünün doğası her yerde ayrıdır. Onun fikrine göre sadece astronomi ve matematik gerçek bilgiler verir. El-Farabi, Aristo’nun “Ahlâk” eserinin yorumunda en yüksek yararın, sadece bizim dünyamızda olduğunu yazar.

El-Farabi’nin akıl öğretisi büyük ilgi çeker. “Akla Dair” adlı tezinde, ilahiyatın rasyonalist ruhunun oluşumu olarak insan aklını inceler. “Ruh sadece o zamana kadar ihtimal durumunda olan harekete yönelir, sonuncu ise gerçeğin varlığında oluşur. İhtimalin gerçeğe bağımlılığı, insan aklının özünü karakterize eder.” Bu durum, El-Farabi’yi faal insan aklını insanın sağlıklı düşünceye sahip olması ve aklını iyiyi kötüden ayırmak için kullanmasına göre kavramaya götürür.

El-Farabi, mantıkta gerçeği yalandan ayırmak için gereken silahı gördü. Mantık öğrenimini bu nedenle son derece değerli sayıyordu. “Mantık, aklın temelidir; çünkü inanç yolunda gider ve hatalardan sakınır. Mantık, sentaksın dile ait olduğu gibi akla aittir.”

Mantık, El-Farabi’ye göre gerçekle ilişkisine bağlı olarak iki kısma ayrılır. Birinci kısım kavrama ve belirleme teorisini içerir, ikinci ise hüküm, sonuç ve kanıt teorisidir.

Gerçek hükümler için temel olmak üzere bilimadamı, belirli bir durumdan sonuç ve kanıt süreci yoluyla geçmenin gerekli olduğunu söyler. Mantığın amacı, kanıtları öğrenmektir; çünkü kanıt, gerekli bilgiye ulaştırır. El-Farabi, “kanıt teorisinde gerçek için bilime doğru yolu gösteren mantığın metodolojisi” der.

El-Farabi, insanın bütün hareketlerinin akıl ve yapıcı aktif faaliyetle yönetildiğini söyler. Bu nedenle ne cenneti ne de cehennemi kabul eder. İnsanı hareketiyle bağlayan bilimadamı, inancın temel durumlarını şüphe altına koydu ve doğa bilimlerine, felsefeye hakettiği yeri verdi. El-Farabi, inancı bilgiden ayırmadan insan sürecinin mümkün olmadığını sezdi. Yalnız bu, onun bilimsel bilgileri ve insanın biçimlenmesinde felsefeyi önceden sezerek çağdaşlarından daha yüksekte olduğunu gösterir.

El-Farabi “hareketin zamanını, hareketin yerini hesaba katmak, hareketi gerçekleştiren kişiliği, onun amaçlarını, niyetini dikkate almak, bütün bu şartlarla birleşimde araç ve hareketi kullanmak” gerektiğini söyler. Övülecek hareketleri gerçekleştirmeye uygun en önemli spesifik nitelikler, sert bir kararlılık ve doğru belirlemedir. Doğru belirleme, insanın algılayabileceği bilgiyi verir. Algılayabilirlik iki kategoriye ayrılır :

Kendi doğasında algılanabilir, ama gerçekleşmez; örneğin dünyanın sadece Allah tarafından yaratıldığı,
Algılanabilir ve gerçekleşebilir; örneğin aileye itaatın iyi olduğunun bilinmesi.

Bu iki bilgi tipi (teorik ve pratik), insanın mutluluğa erişmesi yoluyla felsefeyi oluşturur.

“Mutluluğa Erişme” kitabında El-Farabi, insan davranışlarının dört kategorisinden söz eder : Teorik yeterlilik, entellektüel yeterlilik, ahlâki yeterlilik ve pratik uğraşı.

El-Farabi, en baştan beri insana gelen, onun nasıl ve nereden aldığını hissetmediği ve bilmediği şeyler arasındaki bilgiye teorik yeterlilik der. Bunlar ilk bilgiler, yani algının ilk temelidir. Ama onların içinde düşünme, araştırma ve öğrenme yoluyla oluşan bilgiler de vardır. Bu son bilgilerin temeli mantık olur.

Bütün varlıkların çok çeşitliliğinin temelinde, El-Farabi’ye göre sayı ve ölçü kategorisini kapsayan öğretici bilimi öğrenen ölçü ve sayılar yatar. Buna seyir bilimleri, hareketli kütleler, gök cisimleri, müzik, ağırlıklı uyum yeteneği bilimleri yakındır. Ondan sonra fizik, yani maddeleri oluşturan, cisme özgü, dünyadan ve eşyadan ibaret, çeşitli cisimlerde yerleşen cisim bilimi yer alır. Bir de iki bilim arasında orta derecede bilim vardır : Fizik ve metafizik; bunlar ruhu, aklı ve algıyı inceler.

El-Farabi’ye göre insan, başka insanın yardımı olmadan, yalnızlık içinde bütün mükemmelliklere erişemez; insan, diğer insanlarla komşuluğa ve birliğe gerek duyar. El-Farabi, insanı beşeri ve toplumsal bir canlı olarak tanımlar.

El-Farabi, asıl amaçlar içinde en yararlı olanları inceleme imkânı veren şeylere entellektüel meziyetler diyordu. Entellektüel devlet meziyeti, temel kanunları belirlemeye yetenekli olmaya en yakındır. Entellektüel meziyetler, teorik meziyetlerden ayrılmaz. Ahlâki meziyetler, iyiye heves amacına sahip olan şeyleri içerir. Bu meziyetler, entellektüel meziyetlerden sonra oluşur.

Pratik meziyetler ve pratik bilimlerde kastedilen, El-Farabi’nin düşüncesine göre ona iki yolla gelebilir : Onlardan biri inandırıcı düşünceler ve uyarıcı düşüncelerde son bulur; ikinci yol ise zorlama yoludur.

El-Farabi, her iyi şeye, gerçekten isteğe ve özgür seçime göre erişildiğini söyler. İlgi ve isteklerini birleştiren insanlar dürüst şehri oluştururlar. İnsanların birleştiği şehrin gerçek mutluluğu elde etmek için karşılıklı yardıma sahip olduğunu, insanların mutluluğa erişme amacıyla birbirine yardım ettiği toplumun da dürüst şehir ve dürüst bir topluma sahip olduğunu yazar. Mutluluğa erişme amacıyla yardım eden bütün şehrin insanları, dürüst bir halka sahiptir. Bu şekilde bütün dünya, eğer halklar, onun nüfusu mutluluğa erişmek için birbirine yardım ederse dürüst kalacaktır.

 

Bilimadamı olarak El-Farabi, gerçekten sosyal fikrine erişmek için doğru yolu bulamadı. Ama İslâmi dönemde yeni sosyal fikrin ileri sürülmesi oldukça cesur ve ilericiydi. Bu nedenle fikirler, doğu halklarının felsefi düşüncesinin gelişimine, ayrıca İbn-i Sina, İbn-i Bacce, İbn-i Rüşd, Nizami ve İbn-i Haldun’un dünya görüşünün biçimlenmesine büyük etki etti. 
KAYNAK: El-Farabi Milli Devlet Üniversitesi http://www.farabiedu.org/turkce/universite/farabi)

 

İBNİ SİNA (930-1037)

 

İbn Sina; “Felsefe, hem kuramsal (bilgi) hem de pratik (eylem, davranış, uygulama) olarak yetkinleşmedir.” Sözüyle, teorik bilimleri önemsediği kadar, değerleri ve insan eylemlerini de önemsediğini ortaya koymuştur.  İnsan davranışlarının ve eylemlerinin altında yatan düşüncelerin eylemlerimize etkisini, iradi, bilinçli bir varlık olarak insana yüklediği sorumluluğu tartışınız. 

İbn Sina; “Felsefe, hem kuramsal (bilgi) hem de pratik (eylem, davranış, uygulama) olarak yetkinleşmedir.” Sözüyle, teorik bilimlerin yanında, değerleri ve insan eylemlerini de önemsediğini ortaya koymuştur. Bu söz çerçevesinde,  İnsan davranışlarının altında yatan düşüncelerin eylemlerimize etkisi ve bilinçli bir varlık olarak insana, yüklediği bir sorumluluk var mıdır?

 

Ünlü Türk filozofu İbni Sîna (Ebu Ali el-Hüseyin bin Abdullah İbn-i Sina) Farabi’nin ölümünden otuz yıl sonra, Ağustos 980 tarihinde bugünkü Özbekistan sınırları içerisindeki Buhara şehrinin Afşene köyünde dünyaya gelmiştir ve bütün Orta Çağ Avrupasında felsefenin temel taşlarından birisi olarak kabul edilip, “Avi- cenna” ismi ile ün kazanmıştır.

HAYATI

Çocukluk ve Gençlik:

On yaşındayken o devrin klasik eğitimini bitirip (Kur’an ve edebiyat), geometri, fıkıh (İslam hukuku), Grek felsefesi ve mantık öğrenir. Hocalarını geride bıraktığından kendi başına teoloji, fizik, matematik ve özellikle tıp çalışır.

On altı yaşında ünlü olan İbni Sîna, idaresi altında hekimler çalıştırmaya başlar. Bir buçuk sene süresince kendini tamamen felsefeye adar ve bu süre içerisinde kendi ifadesiyle kırk kez okuyup anlayamadığı Aristo “Metafiziğini” tesadüfen eline geçirdiği Farabi’nin yorumu sayesinde anlar.

Kütüphaneye Kabulü:

On sekiz yaşındaki İbnî Sina bilinen bütün ilimlere vâkıftır. Bu sırada Buhara sultanının yanına çağrılarak onun çare bulunamayan hastalığını tedavi eder. Bu başarısı hayatının dönüm noktası olur çünkü emrine âmâde edilen sultanın değerli kütüphanesi, kendisine bilgilerini genişletme fırsatı verecektir. Yirmi iki yaşında İbni Sîna, sultanların politik kararlarını vermeden önce danıştıkları bir kişi olmuştur.

FELSEFESİ

İslam felsefesinin iki büyük okulu; meşâiyye ve işrâkiyye okullarıdır.

Meşâilik; Platon-Aristoteles uzlaştırılması, Işrâkilik; Platon-Tasavvuf uzlaştırmasıdır.

Deneycilikle akılcılığı bağdaştıran İbni Sina, bu bağdaştırmasında doğa bilimsel İslâm felsefesinin kurucusu Râzi ile Fârâbî’den yararlanır. Meşâilikten Işrâkiliğe geçmiş bir düşünür olmasıyla da İslam felsefesinde önemli bir rol oynamaktadır.

İbni Sina bilimleri üçe ayırır;

  1. i) Yüksek bilimler (Al-ilm-ül-âlî)

Maddesinden tümüyle ayrılmış biçimlerin bilimi ki bunlar; metafizik ve mantıktır.

  1. ii) Aşağı bilimler (Al-ilm-ül-esfel)

Maddesine bağlı biçimlerin bilimi ki bunlar tabiat bilimleridir.

iii) Orta bilimler (Al-ilm-ül-avsat)

Maddesinden ancak zihinde ayrılan bilimler ki bunlar matematik bilimleridir.

İbni Sina matematikten mantığa ve oradan da metafiziğe geçer. Aristo gibi felsefeyi ikiye ayırır;

  1. a) Nazari hikmet (Kuramsal felsefe)
  2. b) Amelî hikmet (Eylemsel felsefe)

Birincisinde tabiat felsefesi, matematik felsefe ve metafizik vardır. Eylemle değil, bilmekle ilgilidir.

İkincisi hem eyleme hem bilgiye aittir; medenî hikmet veya siyaset, ev hikmeti veya ekonomi (El-hikmet ül-menziliye), ahlâki hikmet (El-hikmet ül-hulkiye)

Mantık

Mantık, İbni Sina’ya göre ister felsefe içinde, ister ondan bağımsız görülsün bir âlet’tir. Mantığın hedefi insanı yanlıştan koruyan belirtileri vermektir. (Işarât)

 

 

İbni Haldun :

İbni Haldun, toplumbilim’e (kendi deyimiyle ilmi umrân’a) tarih felsefesi yoluyla varıyor. Amacı, tarihçileri eleştirmek ve onların niçin yanıldıklarını saptamaktır. Tarihçilerin yanılma nedenlerini şöyle sıralıyor:

 

1.Bir mezhebe ya da düşünceye aşırı bağlılık tarihçiyi yanıltır. Tarihçi tarafsız

olmalıdır.

2. Bir haberi anlatana inanmak, tarihçiyi yanıltır. Haberi anlatanın doğruluğunu

değil, haberin doğruluğunu kanıtlamak gerektir.

3. Olayların nedenlerini araştırmamak tarihçiyi yanıltır. Olayları sanılaragöre değil, gerçek nedenlerine göre değerlendirmelidir.

4. Olayın doğruluğu kuruntusuna kapılmak, tarihçiyi yanıltır. Tarihçi, kendi

kuruntularından kurtulabilmelidir.

5. Olayları, o olayları doğuran durumlarla karşılaştırmasını bilmemek; tarihçiyi

yanıltır. Çünkü olayı anlatan, kendi duyduğu gibi, çoğu başka biçimlere

sokarak anlatmış olabilir. Doğrulamak, olayları durumlarla karşılaştırmak demektir.

6. Devlet büyüklerine yaranmak kaygısı, tarihçiyi yanıltır. Bu kaygı, kötüyü

güzel gösterme çabasını doğurur. Tarihçinin işi, tarihi güzelleştirmek değil,

olduğu gibi anlatmaktır. [sayfa 143]

7. Toplumsal yaşayışın doğal kurallarını ve yasalarını bilmemek (Sosyoloji),

tarihçiyi yanıltır.

Toplumun toplumsal ve siyasal düzenleri, tanrısal düzenler değil, doğal düzenlerdir. Toplumlar da, doğal varlıklar gibi, doğmakta, büyümekte ve ölmektedirler (Vico, Spengler). Tarih, olayları anlatmak değil, olayları

düşünmektir (Sorel). Toplumsal olayların kökü, ekonomik temellerde ve üretim araçlarındadır (Marx). Toplumlar arasındaki ayrılıklar, coğrafya koşullarının başkalığından ötürüdür (Montesquieu). Siyasal düzen, ideolojik değil, pratik olmalıdır (Macchiavelli). Ahlak düzeni, insanların çoğalmasıyla ilgilidir (Malthus). Gelişme, en aşağı maddeden başlayarak, maymun ve şebek gibi hayvanlardan geçip, insana kadar yükselmiştir (Darwin). Ahlaksızlığın ve çöküşün nedeni, kent yaşayışına geçiştedir (Rousseau). Gerekli olan, güçlülük ve iradeliliktir (Nietzsche).

 

İbni Haldun, Mukaddime’sini şu sözlerle bitirmektedir: Tanrının doğru düşünce,açık bilgi bağışladığı kulları bizden sonra yetişerek, bizim bu yapıtta yazdıklarımızdan ve anlattıklarımızdan, daha geniş ve daha derinini yazar ve anlatırlar umudundayız. Bir bilgiyi ilk önce ortaya koyan kimsenin görevi, ancak, o bilginin konularını açıklamak, bölümlerini ayırmak, o bölümlerde incelenen konular üstünde söz söylemektir. O kimseden sonra yetişenlerse o bilgiyle ilgili sorunları azar azar o bilgiye eklerler ve bu yolda onu ilerletirler:

 

Mevlânâ Konya’da, Hacı Bektaş Kayseri’de tasavvufu sürdüredursunlar, aynı yüzyılda yaşayan bir de alçakgönüllü Yunus Emre var. O da, kendi köşeciğinden güzelim Türkçeyle şöyle mırıldanmaktadır:

Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil,

Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil.

 

Ünlü Türk ozanı Yunus Emre, tasavvuf düşüncesini,

şu mısralarıyla özetlenmektedir:

Allah’ı ararsan gönlünde ara,

Mekke’de, Kudüs’te, Hac’da değildir.

 

Şeyh Bedreddin bir Selçuk prensidir, Sultan II. İzzeddin Keykâvus’ un beşincikuşaktan torunudur. Edirne’nin yakınındaki Simavna kasabasında doğmuştur.Babası Gazi İsrail, Simavna kalesini alan Türk ordusunun kumandanıydı. Kalenin alınışından sonra da Simavna kadısı olmuştur. Bedreddin, Yıldırım

Bayezidin Timura yenilmesinden sonra Bayezidin oğlu Musa Çelebi’nin kazaskerliğini yapmıştır. Bayezidin öteki oğlu Mehmet Çelebi, kardeşini ortadan kaldırıp yönetimi tek başına ele alınca (1413) İznik’e sürülmüş, halifelerinin çıkardığı isyanlar sonunda da yakalanarak Serez’de asılmıştır. Serezin Yunanlılara

geçişinden sonra Bedreddinin kemikleri bir sandık içinde İstanbul’a getirilerek Topkapı Sarayı Müzesi,’ne konulmuştur. Bedreddinin toplumculuğu, sürgün olarak gönderildiği İznik’te başlıyor. Kendisi, toplumsal düşüncesini şöyle anlatmaktadır: Tanrı, dünyayı yarattı ve insanlara [sayfa 159] verdi. Şu halde dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. İnsanlar eşit olarak yaratılmışlardır. Birinin mal

toplayıp öbürünün aç kalması Tanrı’nın amacına aykırıdır.

MEVLANA:

Mevlana Celaleddin Rumi Kimdir?

Mevlana Anadolu’da, düşünceleri en fazla etkili olan ve yüzyıllardır eserleri okunmaya devam eden şair, yazar ve mutasavvıflardandır. Mevleviyye tarikatının kurucusudur. 1207 yılında Horasan’ın Belh şehrinde doğdu.

Mevlana’nın asıl adı Muhammed, lakabı Celaleddin’dir. Kendisini yüceltmek için “Mevlana”, Anadolu’da ömrünü geçirmesinden dolayı “Rumi”, Belh şehrinde doğmasından dolayı “Belhî” adıyla anılır.

Mevlana’nın türbesi-Konya

Mevlana tam anlamıyla âlim, sufi ve şairlik özelliklerine sahip biridir. Çocukluğunda babasının yanında başladığı öğrenimini daha sonra gittiği Halep ve Şam’da sürdürmüştür. İlk tasavvufi eğitimini de babasından almıştır. Horasan’dan Bağdat’a, Mekke ve Medine’den Şam’a kadar döneminin önemli ilim ve irfan merkezlerini ziyaret eden Mevlana, medeniyetimizin tüm birikimini Anadolu’ya taşımıştır.

 

MEVLÂNA'NIN YEDİ ÖĞÜDÜ

  • Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
  • Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
  • Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
  • Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
  • Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
  • Hoşgörülükte deniz gibi ol.
  • Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PLATON’NUN VARLIK, BİLGİ VE DEĞER ANLAYIŞI

15.-17. YY. FELSEFESİ

VARLIK FELSEFESİ: